Avrupa teknolojinin, maddî refahın zirvesinde. Fakat, maneviyattan mahrum hayatın derinliği olmadığı gibi, boşlukta sallanıyor! Yüksek ideâller yok olmuş. Oysa insanın yüce duyguları var ve bunlar da tatmin olmak ister. Ancak, maddeperestlikle, alkol ve uyuşturucu ile uçarak tatmin edilmesi imkânsız.
Batı insanı alkolün pençesinde. Gençlik ne yapacağının şaşkınlığının anaforunda çile çekiyor! Bezgin kötü alışkanlıklar, bilhassa alkol, uyuşturucu cenderesinden intihara sürükleniyor. Ancak, gürültü çıkarmak, çevredeki insanları rahatsız etmek, parklara alkol içip nara atmak, açıkta kumar oynamak, dilencilik, kamu binalarının kapalı bölümlerinde sigara içmek, çöpleri belirtilen yere, zamanında bırakmamak, kapıdan satış yaparak halkı rahatsız etmek, hatta sevgilisi için sokağa gül dökmek de yasaktır. Ve bunlar için caydırıcı para cezaları öngörülüyor. Bir de otokontrol sistemini geliştirmişler. Birisi bir çöp atsa, kanunu ihlâl etse, gören hemen yetkilileri haberdar eder. Oysa bizde düzeni sağlayan kanunları ihya etmek daha kolay. Çünkü, “emri bilma’ruf, nehyi an’ilmünker” (iyiyi, doğruyu, güzeli emretmek; çirkin, yanlış ve hatadan uzaklaştırmak) her mü’minin görevidir. Onun için, bin mü’mini idare etmek, on inançsız serseriye nazaran daha kolaydır.
Ne ki, İslâm ahlâkının zedelenmesiyle, otokontrolü de barındıran “emri bilma’ruf, nehyi an’ilmünker”i hakkıyla ifa edemiyoruz. Nerede ise, suçlunun, kabahatlinin yanında yer alıyoruz. Daha doğru bir ifade ile, duygularımızı da İslâmî terbiye ile geliştirmediğimizden, “şefkat / acıma” hissini yanlış yerlerde, yanlış kişilerde, yanlış ölçülerde kullanıyoruz. Şefkat, zayıf, masum, haklı olanlara bütün mahlûkata karşı kullanılabilecek bir duygudur. Zalimlere, haksızlara şefkat edip acınmaz. Burada bir mesele daha ortaya çıkıyor:
İnsanın kendisine karşı işlenen suçları affetmesi, hakkından feragat etmesi salih, iyi, güzel bir iştir. Ama, haksızlara merhamet edip, zalimleri affetmek, başkalarının hakkını çiğneyenlerden feragat etmek salih amel değil, ihanettir. Aslında bunlar ülkemizde de Nisan 2005’te yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile yasaklanmış. Bu kabahatleri işleyen, kanunu ihlâl eden vatandaşlara, Kolluk kuvvetleri 20 ila 5 bin YTL para ceza kesiyor. Ne var ki, bu kanun ve bu anlayış yerleşene kadar bir zaman geçecek. Zira, bu bir ahlâk ve anlayış meselesidir. Demokratik hakların eğitimi ve öğretimi ailede başlar, eğitim müesseselerinde takviye edilir, idarî sistem ise uygular.
Rejim bir şahsın ve zümrenin ideolojik görüşlerine göre şekillenen, Anayasası baştan aşağıya gayri demokratik maddelerle dolu olan, hukukçuların tabiriyle 8 bin kanunun da ilga edilmesi gereken bir yapılanma var. Eğitim müesseseleri ise, “helâl-haram” ve manevî değerleri dışlıyor. Oysa, insan hakları, İslâmiyetin üzerinde durduğu birinci meseledir. Zira, haklar başta ikiye ayrılır: Allah hakkı, kul / insan hakkı.
Allah kendisine karşı işlenen (ibadeti terk etme vesaire) suçu affedebilir. Ama, kul hakkını, helâllik almadıktan ve ihkakı hak etmedikten sonra asla affetmeyeceğini emrediyor. Kur’ân baştan ayağa insan hak ve hürriyetleri esaslarıyla örülmüştür. Hatta hayvan ve eşya haklarını da ısrarla nazara vermektedir. Hadis Sünnet de bu hakları şerheder, tefsir eder, yorumlar. Veda Hutbesi, haklar manzumesidir… Gıybet bile sözlü şiddete girer ve bir insan hakkı ihlâli olarak yasaklanmıştır.
24.07.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|