Bediüzzaman vatan müdafaasında cepheye fiilen silâhlı olarak I. Dünya Harbi’ne Van ve Muş’ta talebeleri ile birlikte gönüllü milis alayları teşkil ederek cephede savaşmıştır. Muş’un Ruslarca istilâsı üzerine orada kalan 12 topu kurtarıp Bitlis Muharebesi’ne iştirak eder. Burada yaralanarak Ruslara esir düşer. İki yıldan fazla bir zaman Kosturma esir kampında kalır. Sonra firar edip kurtularak İstanbul’a dönmüştür.
1917’de patlayan komünist ihtilâlinin verdiği karışıklıktan istifade ederek Kosturma’dan firar eder. Buradan Alman sınırına gider ve onu Alman askerleri ona selâm durarak karşılar. Almanya’da iki ay kalır. Edip ve filozofların bulunduğu bir toplantıda bir konuşma yapar. Kendisini hayran hayran dinleyenlere şunu söyler:
“Türk-Alman, Alman-Türk tarih boyunca kadîm dostturlar. Türkler, Alman dostluğuna sadakatta çok hassasiyet gösterirler.”
Ne var ki, bu iki ay zarfındaki diğer faaliyetleri henüz tarihin karanlık arşivlerinde saklı; onları günyüzüne çıkaracak tarihçileri bekliyor.
Bediüzzaman bu arada Batı’yı ve sosyal hayatını da inceleme fırsatı bulur. Deccalizmin istilâ edeceği Hıristiyan aleminin de psiko-sosyal ve coğrafik yapısına da gözlemler.
Petersburg, (Leningrad), Berlin’den Varşova’ya, oradan Viyana yoluyla Sofya’ya, oradan da trenle İstanbul’a gelir. Bazı gazeteler gelişini şöyle haber verir:
“Kürdistan ulemasından olup, talebeleriyle birlikte Kafkas cephesinde muharebeye iştirak eylemiş ve Ruslara esir düşmüş olan Bediüzzaman Said Kürdî Efendi, âhiren şehrimize muvasalat eylemiştir.” Şu halde, Rusya’daki esareti, 16 Şubat 1916’da başladığına göre, 2 sene, 4 ay, 4 gün ediyor. Kendisi firar hâdisesini şöyle tasvir eder:
“...Gayet hilâf-ı me’mul (umulmayacak, beklenmeyecek, olağanüstü) bir surette, yayan gidilse bir senelik mesafede, tek başıma, Rusça bilmediğim halde firar ettim. Zaaf ve aczime binâen gelen inâyet-i İlâhiyye ile hârika bir surette kurtuldum. Tâ Varşova ve Avusturya’ya uğrayarak İstanbul’a kadar geldim ki, bu surette kolaylıkla kurtulmak pek hârika olmuştu. Rusça bilen en cesur ve en kurnaz adamların muvaffak olamadıkları çok teshilât ve çok kolaylıkla o uzun firar-ı seyahati bitirdim.”
Bediüzzaman, 1900’ler civarında teşhis edip, 1914’lerden sonra fiilen gördüğü ve Avrupa’yı dahi kasıp-kavuran deccalizm cereyanını da haber verir: Rivayette var ki, “Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tâbi olurlar.” Allahu a’lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça tevili Rusya’da çıkmış. Çünkü, her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdi.
İşte bugün de başta Almanya olmak üzere Avrupa’da Yahudileri eleştirmek, aleyhlerinde propaganda yapmak suçtur. Türkiye’deki gibi, ülkemizdeki tabular gibi bir tabudur. ABD’de Temsilciler Meclisini etki altına aldığı çok yazıldı, çizildi.
***
Bediüzzaman; İslâm, Hıristiyan, Batı âlemi ve insanlığın geleceğine dair asırlar sonrasının itçimî/sosyal ve siyasî değişimleri öngörmüş, takip edilmesi gereken stratejileri çizmiştir. Belli başlılarını şöyle sıralayabiliriz:
* İnsanlık beş sosyolojik devir geçirmiş: Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet (kölelik) esâret; şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır, geçiyor. Malikiyet ve serbestiyet devri geliyor.
Marx da dördüncü maddeye kadar aynı tasnifi yapar. Son devir olarak, “sosyalizm, mülkiyetsizlik, kollektivizmi/ortak yaşamı” öngörür ve kaybeder. Bediüzzaman ise, “malikiyet ve serbestiyet” devri diyerek, “hürriyet, mülkiyet ve serbest piyasa ekonomisi” devri olacağını öngörür. Ki, bir işçi, hisse senetleriyle çalıştığı fabrikanın veya şirketin ortağıdır. Yani, mülk sahibidir.
* Müthiş sosyolojik karihası ile 98 yıl önce (1910’da) İslâm ülkelerinin bağımsızlığını kazanacağını; henüz SSCB kurulmadan Rusya’nın üç dehşetli inkılâp geçireceğini; bolşevik ihtilâline maruz kalacağını ve çöküp dağılacağını yazar.
* Hindistan’ın, İslâmın kabiliyetli bir çocuğu; İngiliz mekteb-i idâdîsinde / lisesinde çalışıyor. Mısır İslâmın zeki bir oğlu; İngiliz siyasal bilgilerinde ders alıyor. Kafkas ve Türkistan İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde tâlim ediyorlar...”
* “Osmanlının Avrupa, Avrupa’nın İslâm devleti ile hamile olduğunu ve günü gelince doğuracaklarını” ifâde eder.
* Batı medeniyetini “kurtlaşmış bir ağaca” benzeterek çökeceğini ve yerini İslâm medeniyetinin alacağını; İslâmın parlayıp Müslümanların yükseleceğini müjdeler.
* Hepimizi, Hıristiyan âlemini ve bütün insanlığı ilgilendiren Deccalizm’i teşhis eder. Ki, sekülarizm, feminizm, komünizm, sosyalizm, materyalizm, ateizm, Darwinizm, pozitivizm, Freudizm, laikizm, sosyalizm, bolşevizm, Maoizm gibi bütün “izm”lerden müteşekkil “Deccalizme” karşı başta Tabiat Risâlesi başta olmak üzere, Şuâlar ve bilhassa Beşinci Şua ile yerle bir eder, düşüncelerini çürütür.
Deccalizmi önemsemeliyiz. Çünkü, bugün de din ve dinsizlik, siyaset, sosyal tartışmalar ekseninde verilen savaşların, yapılan işgallerin temelinde bu vardır. Karşısında da Mehdiyet!..
* İnsanlık âleminde ve bilhassa Avrupa’da hürriyet fikri ve gerçeği araştırma meylinin uyanmasıyla Hıristiyanlığın safiyet kazanacağını; hurafelerden temizlenip tevhide yaklaşacağını, ya sönüp gideceğini veya İslâmiyete teslim olacağını söyler.
* Bugünkü Avrupa’nın Haçlı seferleri anlayışının Avrupası olmadığını, büyük bir dönüşüm ve değişim yaşadığını, yaşayacağını ifade eder.
“Ecnebîlerin cehâletinin, vahşetlerinin ve dinlerine taassubane bağlanmalarının” marifet / bilgi, ilim ve medeniyetin güzellikleriyle kırıldığını...
Papazların, rûhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri; ve ecnebîlerin körü körüne onları taklit etmeleri” manialarının da, “fikir hürriyeti, ve insanlıkta uyanan hakikati araştırma meyliyle” yok olmaya yüz tuttuğunu tesbit eder.
* 19 ve 20 asır sekülerizm, dinsizlik, yâni, Deccalizmin her tarafı kasıp kavurduğu, Allah’ın, dinin tamamen öldüğü söylendiği bir zamanda, “Beşerin dinsiz kalamayacağını, dinsiz yaşayamayacağını ve dine dönüş yapacağını söyler.”
Bu ve benzeri yüzlerce muhteşem sosyolojik öngörülerle insanlığın ve çağımızın nabzını elinde tutmuştur.
21.07.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|