Risâle-i Nur, Kur’ân’ın okunmasına teşvik eder
Aziz, sıddîk kardeşlerim,
Sizlerin ümidimin pek fevkinde gayret ve faaliyetiniz beni, ahir hayatıma kadar mesrur ve müteşekkir edecek bir mahiyettedir. Bu defa mektubunuzda, “Hıfz-ı Kur’ân’a çalışmak ve Risâle-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?” diye suâlinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risâle-i Nur dahi o Kur’ân-ı Azîmüşşanın hakaik-i imâniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesîle ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.
Nur fabrikası ve Gül fabrikası devâirinde, mübarekler heyetinde, Lütfü’ler nümunelerinde, Hacı Hafız’lar cemaatinde, Sıddık Süleyman, Hakkı’nın makamlarında bulunan herbir kardeşlerimize, hususan elli ümmîden çıkan Risâle-i Nur talebelerine birer birer selâm ve duâ ediyoruz ve duâlarınızı istiyoruz.
Said Nursî
(Kastamonu Lâhikası, s. 47, Y.A.N.)
***
Kur’ân, Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Söz’de beyan ve ispat edildiği gibi, Kur’ân; bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır;
hem bütün mevcudatın İlâhı unvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvat ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir; hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir; hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir; hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır; hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.
Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” unvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’ân’dan sonra sair enbiyanın kütüp ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimât-ı İlâhiyenin ise, bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir unvanla, hususî bir tecelliyle, cüz’î bir isimle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan ilhamat sûretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvânâtın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir.
Sözler, s. 331, Y.A.N.
LÜGATÇE:
Hıfz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın ezberlenmesi.
Takdim: Öne geçirme, öne alma, önde tutma.
Müreccah: Tercih edilen, üstün görülen.
Kıraat: Okuma.
Arş-ı Âzam: En büyük arş. Allah’ın katı. Allah’ın isim ve sıfatlarının en büyük dairesi.
İsm-i Âzam: En büyük isim. Cenâb-ı Hakkın isimleri içerisinde en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı.
Rububiyet-i mutlaka: Allah’ın her şeyi kuşatan, sınırsız terbiye ediciliği.
Mükâleme: Konuşma.
Saltanat-ı âmme-i Sübhâniye: Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın her şeye hükmeden, herşeyi kuşatan saltanatı.
Rahmet-i vâsia-i muhîta: Allah’ın her şeyi kuşatan geniş rahmeti.
Muhât: İhata edilmiş, kuşatılmış.
Hikmetfeşan: Hikmet yayan, saçan.
Enbiya: Peygamberler.
Kütüp: Kitaplar.
|