Ülkücü ve sağcı kesimin yazarlarından Ferruh Sezgin, laikliği kendi dünyasında önemsemesine rağmen yine de kendisiyle yapılan bir konuşmada şunları söylemekten kendisini alamamaktadır: “Laiklik elden giderse yerine gelecek olan düzen Yahudi’yi rahatsız edecektir!”
Öyleyse Türkiye’de canhıraş sürdürülen laiklik kavgasının arkasında kim veya kimler var dersiniz? Bilindiği gibi, bir kesim illaki laiklik tanımına kendi damgasını vurmak istemektedir. AKP’nin kapatılma dâvâsının merkezinde de bu laiklik tanımı vardır. Ki, AKP’nin laiklik karşıtı fikir ve eylemlere odak olduğunu savunan kesim laikliği din ve devlet ayrımı olarak görmüyor. Yani ona göre teknik bir mesele değil. Aksine bir ideoloji ve hayat tarzı. Yani hayat biçimi. Ve onu bütün topluma dayatmak istiyorlar. Kavgaları da bu. Bush da onlar gibi 11 Eylül sonrasında insiyaki bir biçimde ‘Onlar bizim hayat biçimimize saldırıyorlar’ demişti. Meselenin bir başka boyutu ise hilâfet meselesi. Bilindiği gibi bazı paşaların da adı karıştığı darbe girişimleri ve yapılan nümayiş ve düzenlenen etkinlikler arasında ‘hilâfetin kaldırılması’ meselesi ve onun hep hatırda tutulması da var. Dindarlar çoktandır hilâfeti unutmuşlardı ama karşıtları unutmuyor. Ne biçim iş ise taraftarları unutuyor ama karşıtları unutmuyor. Laiklik için asıl tehlike bu olsa gerek!
Ve ilginçtir bu ulusalcı kesimlerde bir de paranoya var. Güya Batılılar hilâfetin ihya edilmesi istiyorlar ve İslâm dünyasının başıbozuk haline ancak bu şekilde düzen verilebileceğini düşünüyorlar. BOP tutmayınca hilâfeti ister olmuşlar. Daha neler! Evet, Arap Birliği teşkilâtı Anthony Eden gibilerin marifeti idi. Onların öncülüğünde veya telkinleri sonu kuruldu. Yeşil Kuşak da Amerikalıların inisiyatifiyle hayata geçmiş bir teşebbüs idi. Buna rağmen, Batılılar hiçbir zaman hilâfet yanlısı olmadılar. Özellikle de neoconlar. Hatta 2003 Irak savaşının başlangıcına bakıldığında açıkça görülecektir ki, Wolfowitz gibiler burada bir nev'î Kemalizmin uygulanmasını istediler ama bu gerçekleşmesi mümkün olmayan post mortem bir tutkuydu. Buna mukabil, Bremer’in Danışmanı Noah Feldman bunun parlak bir fikir olmadığını ve tutmayacağını öngörmüştür. Bunun yerine ılımlı bir İslâmî anlayışın kaçınılmaz olduğunu ifade etmiştir. Zaten Saddamcılık Karanlıklar Prensi Richard Perle’nin kalemdaşı David Frum’a göre, haddizatında başarısız ve tutmamış bir Irak Kemalizmi denemesiydi. Ondan önce de bu denemeyi Irak Kralı Faysal, Sati Husri ile denemiş ama yine sonuç alınamamıştı.
***
Şimdi bizden Mustafa Hilmi Yıldırım ve Araplardan Mısırlı Mustafa Faki, Batılıların Türkiye üzerinden İslâm dünyasına düzen verebilmek için yeni bir hilâfet rejimi pazarlamaya çalıştıklarını ileri sürmektedirler. 15 Temmuz 2008 tarihli yazısında Mustafa Faki (El-Hayat) buna benzer iddialarda bulunmaktadır. Mustafa Hilmi ve Mustafa Faki’ye göre, birileri yeni Osmanlıcılık veya yeni hilâfet rejimi tasarlıyor ve bunu mayalandırmaya çalışıyor. Faki, daha önce de “Arapların bir Atatürk’e ihtiyaçları var mı?” başlıklı bir makale kaleme aldığını hatırlatıyor. Hilâfetin gölgesinde Araplarla, Türklerin inişli çıkışlı ilişkiler yaşadıklarını ve bunun travmatik bir ilişki türü olduğunu ifade ettikten sonra görüşlerini şöyle özetliyor: “Son sıralarda Batılı ve Avrupalı bazı kalemlerin birden bire hilâfetin faziletlerini keşfettiklerini ve hilâfetin kaybına gözyaşı döktüklerini müşahade etmekteyiz. Bu anlayışta olanlara göre Avupa’nın hasta adamı olduğu dönemlerde bile Osmanlı bir istikrarı temsil ediyordu. İslâm ve Müslümanların siyasî şemsiyesi idi. Onun sukutu ve yıkılmasıyla barajın önü açılmış (Pandora’nın kutusu) ve barajın altından ırkî ihtilâflar ve kavgalar ve terör neşvü nema bulmuş ve adeta sökün etmiştir. Yeni bir Babil yaşanmıştır. Zaaf günlerinde ve güneşi batmakta olduğu günlerde bile Osmanlı geniş İslâm ailesini temsil ediyordu. İhtilâf anında onun otoritesine başvurmak kabil ve mümkün idi. Onun vasıtasıyla serkeş milletleri ve unsurları yola getirip; tedip etmek mümkündü…”
Dolayısıyla Faki, Batı’nın Osmanlı’ya hasret gittiğini söylüyor. Evet, Osmanlı’yı yıkanlar yerine bir sistem ikame edemediler. Mustafa Faki, İhvan-ı Müslimin’in hilâfet boşluğunu doldurmak için kurulmuş bir hareket ve yapı olduğunu hatırlatıyor. Nihaî amacı siyasî olarak hilâfeti diriltmek olsa bile öncelikli amacı hilâfetin içtimaî ve sosyolojik vazifelerini deruhte etmekti. Zaten Anadolu Selçuklu devletinin yıkılış döneminde olduğu gibi yıkılış ve yok oluş devrelerinde devletin fonksiyonlarını bir dereceye kadar cemaatlar üstlenmektedir. Dolayısıyla İhvan, Hilâfetin sosyolojik boyutunu tazammun etmiş sayılabilir. Kur’ân üzerinde devlet surunun hilâfetle kalkmasından sonra Bediüzzaman, “Kur’ân etrafındaki surlar yıkıldı, şimdi o kendisini bilvekâle değil doğrudan doğruya savunuyor” demiştir. İşte o günleri yaşıyoruz. Mustafa Faki, modern Türkiye cumhuriyeti içinde derinde İslâmın, yüzeyde ise laikliğin hükümferma olduğunu söylüyor. Belki de laiklik kavgasının asıl nedeni de bu olmalı. Türkiye’de bazı kesimlerin şöyle düşündüklerini de nazara veriyor: “Batı’nın kuyruğunda olmak, şarkın başında olmaktan evlâdır...”
Batı’nın hilâfete yaklaşımına gelince. Aslında hilâfeti savunanlar akil adamlar. Türkiye’yi rakip ve düşman gören neoconların öyle bir şey istemeleri eşyanın tabiatına aykırıdır. Noah Feldman gibi bazı zevat bunu savunuyor ama bilhassa bu isimler kendi çevrelerinden ve özellikle Yahudilerden büyük eleştiriler alıyorlar. Geçenlerde Türkiye’ye gelen Abraham Foxman bunlardan birisi. Kaldı ki Ortodoks bir Musevi olarak Feldman sadece hilâfeti değil İslâm hukukunu savunuyor ve Osmanlı ulemasına da övgüler düzüyor. Şimdi o İslâm hukukuna şapka çıkardı ve Osmanlı ulemasına övgü düzdü diye bizim onları yermemiz ve karalamamız mı gerekiyor? Meseleye mebtur, parça yani yarım yamalak bakmak ve bağlamının dışına çıkarmak elbetteki doğru değildir. Hilâfet meselesini hem Mustafa Hilmi hem de Mustafa Faki peşin ve indi fikirle okuyor. Bu mesele bana merhum Necip Fazıl’ın bir batılı mankenin başörtüsüyle poz vermesi karşısındaki takındığı tutumu hatırlatıyor : ”Batı’dan gelse de güzel…” Kaldı ki dana altında buzağı görecek bir durum da yok.
Faki, büyük abi pozisyonunda olmasa bile Türkiye ile dengeli, yapıcı ve samimî ilişkilerin tesisini arzu ediyor. Büyük bir bölge ülkesi olarak Türkiye’nin varlığı göz ardı dilemez. Boşluğu da oldurulamaz ve nitekim bugüne kadar da bütün çabalara rağmen doldurulamamıştır da.
19.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|