“ Güzel konuşmanın sırrı, lüzumsuz sözleri terk etmektir. ”
Hz. Ebubekir
Türk Müziğinin dahi bestekârı
Tanburi Cemil Bey
Dün, 28 Temmuz günü Tanburi Cemil Bey’in vefat yıl dönümüydü. Bu vesileyle tanbur ve kemençe sazının ve tabi ki müziğimizin bu büyük üstadını kelimelerin elverdiğince biraz olsun tanımaya çalışalım isterseniz.
1873 yılında İstanbul’da doğan Cemil Bey, henüz 3 yaşında iken babası vefat edince annesinin himayesinde, sıkıntılı bir çocukluk dönemi geçirir. Çocukluk yaşlarından itibaren müzik adamlarının dikkatini çeker. Tanbura öylesine düşkündür ki pek çok zaman tanburunu koynuna alır, yatar. Henüz 13-14 yaşlarında iken devrinin usta tanburisi Bestekâr Ali Efendi’ye yaptığı taksimden sonra “evlâdım bunca yıldır bu sazı çaldım, eh biraz da yendiğimi de sanırdım; şimdi seni dinledikten sonra ben artık elime tanbur filan alamam” dedirtecek kadar müthiş bir yetenek. Batı Müziğini tanımak için İtalyan sanatkârların Beyoğlu’nda oynadığı oyunları, operaları izler, Sulukule’ ye gider, Trakyalı zurnacıların zurnasını dinler, Bahariye ve Yenikapı Mevlevîhane’lerinde ayinlerde bulunur, mûsikinin her türünden ilham almaya çalışır. Ramazan günleri yine camilere gider, mevlid ve Hafız Sami Efendiden Kur’ân dinlerdi. Sık uğradığı bir kahvede Karadenizli bir kemençeciyi dakikalarca dinlemiş para vererek tekrar çaldırmış, çevresindekiler “Üstad siz bunun en âlâsını yapıyorsunuz. Bu sazı nasıl dakikalarca dinleyebiliyorsunuz?‘’ deyince, Cemil Bey “Çok güzel nağmeler yapıyor. Ben bunları kullanmak istiyorum” karşılığını vermişti.
Cemil Bey sağduyulu, geniş kültürlü bir insandır. Terbiyeli çekingen özel hayatında şakacı bir yaratılışı vardı. Konuşup çevirecek kadar Fransızca bilirdi. Kalabalığı sevmez, müzikten anlamayanlardan hele anlar gibi görünenlerden pek hazzetmezdi. 1914 yılında yapılan bir muayenede akciğer veremi olduğu anlaşılmıştı. Bir sanatoryuma yatırılması veya İsviçre’ye gönderilmesi tekliflerini reddetti. Hastalık kısa sürede bütün ciğerlere yayılmıştı. 1916 yılının 28 Temmuz gece yarısı eşini uyandırır. “Vakit geldi! 25 sene rindane yaşadım. Öldüğüme teessüf etmiyorum, lâkin sizin için bâdi-i ıztırap oldum. Affediniz. Kendinize ve oğlum Mes’ud a iyi bakınız” diyerek hayata gözlerini yumar. Pek az kimsenin katıldığı cenaze namazının ardından Merkezefendi Mezarlığında toprağa verilir.
Tanburi Cemil Bey için ne dediler:
“Cemil Bey sade, dahi bir sazende büyük bir üstad-ı mûsıki değil güzide bir sanatkârdı. Bazı peşrevleri beste ve güftesi kendi zade-i hassasiyeti bir çok şarkıları yüksek bir bestekâr olduğuna aşikâr bürhanlardır.”
(Tasviri Efkâr Gazetesinin 30 Temmuz 1916 tarihli nüshası)
“Biçare Cemil’in kadru kıymeti musalla taşında da lâyık olduğu derecede bilinememiş olmasına bir kere daha yüreğim sızladı. Cemil Bey hayatında gösterişten hoşlanmayan alçak gönüllülüğü kendisine ilke edinmiş cenazesi de aynı surette gösterişsiz fakat gayet samimî bir sadelik içinde kaldırılmıştır. ’’
Rauf Yekta Bey
“Cemilin sanat dehasını anlamak, anlatmak istemek mûsikimizin yüzyıllardır uzayıp giden yolu üzerindeki şahikalarından en yükseğinin en büyüğünün irfanına tırmanmak demek olacaktır. ”
Ruşen Ferit Kam
Geçmiş Zaman Olur ki…
Atıf Esenbel, Cemil Bey’ den tanbur ve kemençe dersleri almaktadır. Bir akşam uğradıkları Cemil Beye ‘’Üstadım ! Şed-i araban saz semaisine çalışıyorum, dördüncü haneyi kemençe ile çalamadım; lütfedip gösterebilir misiniz?‘’ demiş. Cemil Bey duvarda asılı kemençeyi almış, kısa bir taksim yaparak saz semaisine girmiş. Dördüncü haneye gelince tanburla yaptığı gibi yapamamış, düz notalarla bitirerek ‘’böyle olması gerekir’’ gibi bir şeyler söylemiş. Gece yarısı eve dönerken aynı sokaktan geçen Atıf Bey, Cemil Beyin odasının ışığının yandığını hâlâ şed-i araban saz semaisinin dördüncü hanesine çalıştığını açık pencereden gelen kemençe sesinden anlamış. ’’Cemil Bey gibi bir dahi bile çıktığı zirveye böyle tırmanmıştır’’ diye kendi kendine mırıldanır.
Bir Şiir - Bir Beste
Tanburi Cemil’in Ruhuna Gazel
Şiir: Yahya Kemal Beyatlı
Beste: Cinuçen Tanrıkorur
Bezm-i Cemşid’ de devran ki kadehlerle döner
Şevk şeb-ta-be seher raks-ı mükerrerle döner.
Tutuşur meş’ale –i dille merayayı huzuz
Hüsn-ü Aşk ortada bin mah, bin ahterle döner.
Cümle ervah-ı makamat açılır arşa kadar
Rast mahur ile uşşak muhayyerle döner.
Kurtulur pay-i tarab yerden o dem ki melekût
Yere gökten süzülür halka-i şehperle döner.
Her gelen rind kanar zevka bu mecliste Kemal
Canib-i rahmete son çektiği sagarle döner.
29.07.2008
E-Posta:
alioktay@alioktay. net
|