Türkiye’nin büyük bir krizden ve kaostan geçtiği süreç, Türkiyenin yeni bir yapılanmaya gideceği yolu açacağa benziyor. Eğer böyle olacaksa günlük tartışmaların dışında Türkiye Cumhuriyeti’nin temel sorunlarını ve tartışmalarını ortaya koymak gerektiği kanaatindeyim. Biz de bu hafta Türkiye siyaseti üzerinde derin analizleri bulunan Bilgi Üniversitesi Avrupa Etüdleri Direktörü Emre Gönen ile konuştuk. Günlük tartışmalardan derin analizlere gitmeye çalıştık. Gönen “Bir anayasa değişikliği 411 oyla mecliste kabul edildi. Bu neredeyse halkın yüzde 85’inin uzlaşısıdır. Oyunu veren, milletvekilinin görüşünün arkasında durması gerekir. Türkiye’de “hak ve özgürlükleri nereye kadar savunursun, nereye kadar gidersin” mülâhazalarının ötesinde duruş sergilemek lâzım. Bunu da tek başına iktidar değil bütün meclis yapmalı” diyor.
* Ergenekon operasyonuyla birlikte göz altına alınan askerler için “Askerlere de dokunuldu” söylemine katılıyor musunuz?
Türkiye’de kendilerine dokunulmazlık addedilen subaylara hiç dokunulamadığı doğru değil. Türkiye tarihine baktığımızda yargı önüne çıkmış subaylara tanık oluruz. Bunların kimi çunta girişiminde başarısız olmuştur, kimisi yolsuzlukla suçlanmıştır. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil’in hapis yattığı sürece hepimiz şahit olduk.
* Bu gözaltıların NATO’cular ve Ergenekoncular arasındaki çekişmeden kaynaklandığı iddialarına ne dersiniz?
O kadar basit bir ayrım olduğunu zannetmiyorum. 2002 seçimlerinden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde gündelik politikaya girmek ya da tamamen dışında kalmak konusunda fikir ayrılığı olduğu açık.
* Bunu nasıl anlıyorsunuz?
Genelkurmay ve kuvvet komutanlarının tavrından anlıyoruz. Hükümetin, hükümet etme eğilimi aynı olmasına rağmen ordunun üst düzey komutanlarında gündelik politikaya ilişkin demeç verme eğilimi çok ciddî iniş çıkışlar gösteriyor. Bu da gündelik politikaya girip girmeme konusunda ciddî fikir ayrılığı olduğunun işareti. Bu haddi zatında tehlikeli...
* Neden?
TSK bölünmediği sürece demokratik rejim değişmez ve silâhlı kuvvetleri sağlam olan rejimler gelecek kaygısı pek taşımaz. Askeri herkesin ayrı düşündüğü, aynı partiye farklı mülâhazalarla oy verdiği siyaset alanına çekerseniz bu çok tehlikeli bir süreçtir. Üniformalı olduğu sürece bu alanda askerin yeri yoktur. Çünkü artık tugay komutanının alay komutanına bakışı bu siyasî ayrım yönünde olacaktır. Son dönemde medyada bu minvalde çok sayıda belge dolaşıyor. Öyle anlaşılıyorki bu belgelerin gerçekliği doğrulanmış olacak ki, Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ, medyayı sorumlu davranmaya dâvet etti. Ayrıca bu tür belgelerin dışarı sızması çok zordur. İşiniz yoksa koridordan geçemezsiniz. TSK’nın üst kademesinde ordunun siyasete girmesini istemeyen çok ciddî bir grup var. Başka kelime kullanmak istemem, ama ordu içinde büyük bir görüş ayrılığı var.
* Siz ‘koridordan geçemezsiniz’ diyorsunuz, ama belgelerin bilgisayar ağından casuslar tarafından ele geçirildiğini iddia edenler var.
O zaman yandık. Bir gazetecinin bunu ele geçirmesi tehlikeyse başka bir istihbaratın bunu ele geçirmesi ulusal güvenlik tehlikesi demek. Ulusal güvenliğimiz hackerlar aracılığıyla tehdit ediliyorsa benim düşündüğümden daha vahim bir durumdayız demek ki.
* Bu sızdırılma olayının üstü örtülsün diye mi böyle söyleniyor sizce?
Ne desinler yani “Bizim gibi düşünmeyen asker arkadaşlarımız bu belgeleri sızdırıyor” mu desinler? Demeyecekler. Bir şekilde açıklama yapmak gerekiyor ama inandırıcı olmuyor. Tabloyu teşhir etme noktasında sıkıntım yok, ama ‘şu şunu dedi’ tarzında bir analize girmek için ne yeterli bilgim var, ne de bu tür analizleri doğru bulurum.
* Yani kişiselleştirilmiş ordu tartışmasına karşısınız, ama bunları kimin yaptığını ortaya koymak bütün bir orduyu ithamdan kurtarmaz mı?
Ordu içinde şu komutana oy vereyim de başka bir ordu yapılanması olsun demeniz sözkonusu değil. Ordu içinde yönetici olacak kişiler belli bir emir komuta zinciri içinde ve belli beceri referanslarıyla görevlerine gelirler. Bu işleyişin günlük siyasetten arındırılması lâzım. Sorun ulusalcı veya ulusal olmayıcı ayrışması değil, rejim sorunu. Bu sorunu didik didik etmek birşeyi halletmez ancak analizler yapmak lâzım. Bu analizlerin karar alıcılar tarafından kabul edilmesi lâzım.
* Taraf Gazetesi’nde yayınlanan belgeler, sizce olayı didik didik etmek mi?
Taraf Gazetesi’nin yaptığı bambaşka birşey. Taraf’ın fikri takip biçimindeki haberciliği Dağlıca olayında başladı. Kanaatim odur ki, askerî yönetim, sınırdaki hatasını kolaycı bir şekilde esir düşen askerlere yüklemeseydi, Taraf bunun üstüne gitmezdi. Bu olaydan anlaşılan o ki Türkiye eski Türkiye değilmiş, Türkiye daha şeffaf, daha demokratik bir toplum olmuş. Artık kol kırılıp yen içinde kalmaz. Genelkurmay’ın açıklamasının satır aralarını okuyun gazetenin haklı olduğunu görürsünüz. Bu hatayı yapan komutanlar askerî nizamname içinde yargılanmalı.
* ‘Didiklemek’ten kastınız ne peki?
Şu komutan bunu dedi, bu komutan “laiklik elden gidiyor” dedi. Laikliğin elden gitmediği apaçık ortada. Bu aşamada her tutulan mikrofona birşey söyleme gereği hissetmek son derece tehlikeli bir durum. Kara Kuvvetleri ‘şahin’ yok öbürü ‘güvercin’ ne oluyor ya! Demokratik bir ülkede ordu içinde görev teslimi yapılıyor bu kimseyi ilgilendirmez, ilgilendiren konu ordunun performansıdır. TSK’nın meseleleri günlük dedikodu sütunlarında tartışılamaz, ama bunu yapan medya değil.
* Nedir o tavır?
Her yere gidip demeç vermemek. “Gözlerimi okuyun” tavrı tavır değildir. Demokratik işleyişte Genelkurmay Başkanları böyle bir tavır sergileyemezler. Medyayı buna alıştırırsanız büsbütün zorlanırsınız. Her aşamada önünüzde mikrofon bulursunuz.
* Yani Genelkurmay Başkanı’nın bazı açıklamalarını ve tavırlarını doğru bulmuyorsunuz?
Genelkurmay Başkanı konuşmaz. Millî Güvenlik Kurulu diye bir sistem var gider orda konuşur. Cumhurbaşkanı, Başbakan, asker orda ne konuşacaksa konuşur. Kimsenin bilmesine de gerek yok. Bu kurumların varlığı siyasî hayatın bu duruma düşmemesi içindir.
* Ancak Türkiye askerî bir baskı geleneğinden geldiği için orda konuşulanların halka anlatılmasının sivil hükümetleri güçlendireceği tezini savunanlar var. Ne dersiniz?
Hükümet gücünü sandıktan alır. İçerden bilgi sızdırmayla iktidarsızlığınızı ilân edersiniz. Bülent Ecevit başbakanken, Evren “Millî savunma bakanı üzerimize baskı kuruyor” diye şikâyet etmişti. Sivil iktidarın kendi iktidarsızlığını askerin baskısı altına saklamaya çalışması Türkiye’nin temel sorunlarından biridir. Bu sorunun çözümü MGK’daki konuşmaları sızdırmak değildir.
* Kamuoyunu TSK’nın çizgisine çekmek için 2007 yılında hazırlanmış “lâhika” planına Genelkurmay, “Kuvvet komutanlarının imzası yok” diye cevap verdi. Bunu nasıl okumak lâzım?
Bu bir yönetim zaafiyeti olarak görünecektir. Türkiye’de Nokta Dergisi doğrulanmamış darbe günlüğünü yayınladı iddiasıyla kapatıldı. Sonra anlaşıldı ve tesbit edildiki Deniz Kuvvetleri’nin bilgisayarından kopyalanmış disketten bahsediyoruz. İşler bu aşamaya geldikten sonra Genelkunmayın büsbütün sessizliğini koruması lâzım. Ordunun en güvenilir kurum olduğu imgesini bu hale getirmeye kimin hakkı var?
* Peki sizce gazeteciler ordunun itibarını düşürmemek adına yanlışlıkları görmemezlikten mi gelsin?
TSK’nın itibarını üç tane gazeteci düşürebiliyorsa orda büyük bir sorun var demektir. Ordunun eskiden gelen basını suçlama ve tehdit etme alışkanlığından vazgeçmesi gerekir. Medya etik davranma alışkanlığını giderek kaybetti, ancak Türkiye’de tek bir medya yok. Cumhurbaşkanlığı için en galiz şeyler söylendi.
Akademinin kendi içindeki tartışmalarının pespayeliğinden bahsetmek istemiyorum bile çünkü ben de onun bir parçasıyım.
* Nasıl bir pespayelik bu?
Üzerine cübbe giyip kendini devrim muhafızı zanneden insanlar var. Totaliter üslûp bilim adamlarının ağzında fütursuzca kullanılıyor. Bu toplumun bütün katmanlarını etkileyen üslûp sorunu var. Bu üslûbu teşhir edip üstüne gitmek lâzım. Cumhurbaşkanı bu şekilde itham edilemez. Türkiye’de dokunulmaması gereken kurumlar var, yargı da bunlardan biri...
* Yargı evrensel hukuktan uzaklaştıkça insanlara güveni zedeleniyor. Buna da mı dokunulmayacak?
Genel ahlâk normlarından bir uzaklaşma görülüyor. Temel kaideleri bir iki sefer ihlâl etmekle birşey olmaz tavrı yüzünden hukukun halkta bir kutsiyeti kalmadı. Öbür taraftan “Bu halk aptal, oy vermeyi bilmiyor” diyerek demokrasinin dibine balta vuruluyor. Sen kimsin ki demokratik yöntemlerle oy veren insanların zekâvetini ölçüyorsun!
* Bu kaotik ortamdan çıkış yolu ne?
Yeni bir hayat biçimi oluşturmamız lâzım. İktidar ve muhalefet ayrı şeylerdir. İktidarın dakikası aynı zamanda herkesin dakikasıdır. Zaman sizin olmaktan çıkmıştır. Muhalefet reaktiftir. Oturursunuz, Salı günleri grup toplantısında konuşmanızda estirirsiniz bütün hafta bu konuşulur. Dikkatinizi çekmiş olmalı liderler nötr platformda konuşmaktan hoşlanmazlar. Gidip grup toplantısında, kadın kollarında, gençlik kollarında konuşurlar. Bu da sizi bir miktar sorgulama yeteneğinden uzaklaştırır. Bence başbakan kendi gibi düşünmeyen insanlarla da birlikte olmalı. Bu kopukluk yanlış siyaset ortaya çıkarabiliyor.
* Muhalefetin yeni döneme katkısı olabilir mi?
Muhalefet, iktidar üç yanlış adım attı diye ipini çekmeye meraklı olmamalı. Enteresan olan iktidarın yanlışlarından muhalefetin kazanmıyor olması. Muhalefet zerre kadar muhalefet üretmiyor. Üretemezse törpülenir gider. CHP’nin yüzde otuz oyu vardı bugün yirmi civarında. CHP, körü körüne oy veren kitlenin üçte birini kaybetmiş durumda. MHP’nin kendini nereye konumlandırdığı tam olarak net değil. AKP’nin “Bilinmeyene yelken açarım. Nasılsa benim gittiğim yer sizinkinden doğrudur” tavrı artık yok. Bu yok diye de parti kapatılamaz.
* Partiyi kapatmak istemi halkı da yok saymak değil mi?
Cumhuriyeti kurarken ‘herkes Türktür’ diye kuruyorsunuz. Bunu ne kadar gerçekleştirebilirsiniz o ayrı. Bence temel mesele rejimin felsefesinin devletin vatandaşlarını güven üzerine bina etmesi. Devlet sizin beyanınızı kabul etmez ta ki bir devlet kurumu tarafından onaylanması gerekir. ‘Şurada oturuyorum’ derseniz de inanmaz ikametgâh belgesi vermeniz gerekir. Batıda fotoğrafsız kimlik kullanabilirsiz bu insanların kendi tercihine bırakılmış bir durum çünkü sistem insan odaklı.
* Böyle bir yapının uzlaşma isteği nedir sizce?
Onlar için uzlaşma demek ‘benim gibi ol’ demek. Devlet olma anlayışı zamanla değişiyor ama tahakküm etme anlayışı değişmiyor. Bugün devlet aygıtının vatandaştan istediği prototiple 12 Eylül sonrası aynı değil ancak tahakküm etme isteği aynı.
* Böyle bir yapıyı nasıl restore edebiliriz?
Türkiye’nin uzun vadede geleceğiyle ilgili endişem yok. Türk entelajansiyasının kendisiyle yüzleşmesi lâzım. “Sen devletin kömürünü fakire nasıl dağıtırsın” diye iktidar itham edilebilir mi? Edersen yüzde 47 oy alır. Türkiye’de kendilerine sol yaftası yapıştırmış siyasî hareketin tavrı ilerde üniversitelerde anlatılacaktır. Yapılmaması gereken şeyleri yapıp başarısız oluyorlar.
* Gerçekleri görmemekte bu kadar akılsız olduklarını düşünmüyorum, ya siz?
Kolaya kaçmak diye birşey var. Politika üretmek zordur. 1923’ten beri uygulanan devletçi anlayışta her zaman sorun çıktı. Bu sisteme körü körüne inanmış insanlar var. Bu yapıyı değiştirmek zor, ama popülizm yapmak kolay. Bunun için insanların bir takım korkularını harekete geçirmek yeterli. Uğur Mumcu bayrak bir insandı, onun öldürülmesini birileri insanların laik olduğu için öldürülebileceği fikrine çevirdi. Umarım Ergenekon dâvâsıyla bunlar açığa kavuşturulacaktır.
* Körü körüne inanmış insanlarla ortak bir gelecek kurmak ne aşamada başlar?
Bu demokrasinin neticesini kabulle olur. Bir anayasa değişikliği 411 oyla mecliste kabul edildi. Bu neredeyse halkın yüzde 85’inin uzlaşısıdır. Oyunu veren milletvekilinin görüşünün arkasında durması gerekir. Türkiye’de “hak ve özgürlükleri nereye kadar savunursun, nereye kadar gidersin” mülâhazalarının ötesinde duruş sergilemek lâzım. Bunu da tek başına iktidar değil bütün meclis yapmalı.
|