Sabah namazı dersleri Nurun hadim ve müştakları için olmazsa olmaz şartlardandır. Üstad Bediüzzaman’ın hizmetkârlarına karşı hiç taviz vermediği hususlardan birisi de sabah namazı derslerini icra ve takip etmeleri hususudur. Bu konudaki hassasiyetimizi hiçbir zaman kaybetmemeliyiz. Âcizane bu konuda mümkün oldukça kendi nefsim hesabına kesinlikle taviz vermemeye çalışıyorum. Çok müstesna hallerde bile olsa velev ki bir vecize okuyarak bile bu güzel âdeti ve şahsı manevî arasında meleke haline gelmiş bu güzel hasleti devam ettirmeye azamî derecede gayret göstermeye çalışıyorum. Elhamdülillah. Haza min fadli Rabbi!
Bu yazıyı yazmama vesile olan da bu günkü hususî sabah namazı dersime hemen başlar başlamaz karşılaştığım bir durumdu. Şöyle ki: Muhakemat Kitabını bitirip, sırası gelen Şuâlar Kitabına başlamıştım. Bu risâlenin İlk bölümü olan, “İkinci Şuâ” başlığından sonraki ilk cümle: “Eskişehir Hapishanesinin Son Meyvesi” şeklindeydi. Birden durdum, sarsıldım ve hemen ajandama bir not düştüm. “Kendi işine bakmak. Sırat-ı müstakimden sapmamak!” şeklinde. Cümlede geçen, “Son Meyvesi” ifadesi beni oldukça etkiledi. Dersimi bitirince bilgisayarımın başına geçtim. Konuyu klâvyeden gönlüme ve gönüllere aktarmayı bir mükellefiyet bildim.
Bir anda hayalimi 1935 yılı Türkiye’sine götürdüm. O zamanın hapishane şartlarını hayalen de olsa hafızamda resimlemeye çalıştım. Bu günün Türkiye’sinin hapishane ve sosyal hayat fotoğraflarını hafızamda geçit yaptırmaya çalıştım. Topluma baktım. Dünya ve hadislerine baktım. Çevremi gözden geçirmeye çalıştım. Camianın genel durumuna baktım. Kendime ve aile efradıma baktım. Manen azımsanmayacak bir eksen kayması ve erozyona düçar olduğumuzun acı neticesini kalp ve vicdanımda hissettim.
Suçlu aramıyorum. Çünkü başta aciz nefsim olarak kimse “suçu” kabullenmiyor. Bana yakışan “çözüm” aramaktır. Çözüm üretmektir. Ben “çözüm” aramaya çalışıyorum.
Bu, “çözüm” arayışım içinde İkinci Şuâ’nın izah bölümündeki “Birinci” cümlesinde geçen, “Son Meyvesi” ibaresi çok dikkatimi çekti. Demek ki iki seneye yakın bir zamanını, “Eskişehir Zindanında” geçiren asrın manevî tabibi o arada “çok meyveler” veren bir hizmet etmiş! Bütün hak mahrumiyetlerine rağmen. Haklarının gasp edildiğine ağlayıp, sızlayıp, bağırıp, çağırıp duygu sömürüsü yapıp ortalığı ateşe vermemiş.
“Kendi işine” bakmış. İhsanı İlâhî tarafından kendi omuzlarına yüklenen “iman kurtarma” dâvâsında hiç boş durmamış. Hasım taraf olan, karşı vadilerden gelen, iman nurunun parıltısından rahatsız olan yarasa tabiatlı kişi ve zihniyetin kendisine reva gördüğü kasıtlara, yanlışlara, baskılara, iftiralara, zulümlere, yalanlara rağmen!
O mümtaz Müceddid, günü ve şahsını kurtarmayı değil, dâvâsını ve dostlarını kurtarmayı yeğlemiş!
Yanlışları diğer yanlışlarla gidermeden hep uzak olmuş. Kendi mesleğinin sevgisi ve muhabbetiyle, düsturu ve prensipleriyle bizzat tatbiki olarak yaşamış.
Bu gün benim kendime sorduğum ve bu günden sonra da İnşallah devamlı soracağım en büyük ve önemli soru şu: “Bu yıl, bu ay, bu hafta ve bu gün hizmetin için “birinci meyve” plânın nedir? Böyle bir derdin var mı? Bunun icraatı için neler plânladın? Neler yaptın? Önündeki seneler için, aylar için, haftalar için, günler için, ömrün için, hayatın için “Son Meyve” plânların var mı? Hayal âleminde böyle bir düşünce var mı? Oldu mu?
Bu soruları da “kendime!” sormam lâzım! “Kendi İşini” biliyor musun? Gereklerini yerine getirebiliyor musun? İstikameti bulmanın kendini ıslâh etmede olduğunun farkında mısın?
İman dâvâsının gönüller üzerinde meydana getirdiği o müthiş ve asırları kucaklayan dağlarvari dalgaların içinde işte o “maya” vardı. Gönül sultanı ve yaşadığı müddetçe hizmetin içinde olan ve o Sultanın hizmet dairesinin içerisine girmeyi başaran o müstesna “çekirdek kadro” olan “altmış yetmiş kişi”, ile hizmete koşan ve uzun çalışmalarım neticesinde tek tek isimlerini tesbit edebildiğim lâhikalarda geçen dörtyüz civarındaki nurun şaşmaz istikamet kahramanları olan hâdimlerin bütün mesaileri; “Kendi İşleriydi.”
Onun için “kendileri” şaşırmadılar. Kimseyi de şaşırtmadılar. Karşı vadilerin, zıt felsefik saçmalıkların, kendinden menkul enaniyet kokan sathî dogmaların, oyun kokan sahte fikirlerin oltalarına takılmadılar ve cazibesine girmediler. Çünkü mesai tanziminde birinci sırada; “Kendi İşleri.” vardı.
Onların ajandalarında ve günlüklerinde ilkönce “kendilerini” sorgulamak vardı. Çünkü üstadlarından; “nefse itimad etmeme, nefsi temize çıkarmama” dersini almışlardı. Bunu da ilkönce kendi nefislerinde yaşamaya baş koymuşlardı. “Kendi işlerini” yapmada fena olmuşlardı. Başkaları onların gündeminde hep “potansiyel dost” olarak kalmıştı. Beden yapılarında var olabilecek “Potansiyel düşman” üretme merkezini kökünden imha etmişlerdi.
Cihanşümul, evrensel, Kâinat çapında bayraklaşan, giderek ivme kazanan bu ihlâslı, istikametli, muhteşem dâvânın tarafı olanlar “Kendi İşleriyle” daha fazla uğraştıkları zaman her şey çok daha farklı olacak İnşallah.
Ben ise, gerçek dostlarımdan, “hayalî yanlışlar” aramanın ve üretmenin ve bu hayalî yanlışları, “kendimden menkul dâhiyane!” düzeltme girdabındayım sanki! “Kendimi” bulduğum, “kendi işime” tam mesaimi verebildiğim zaman, “kurtuluşu” bulacağım ve hakikî rotaya girebileceğim için duâya ihtiyacım var.
Sevgili dostlarım bana kızmayın, çünkü “kendimi” yazmaya çalıştım. Son derece yoğun ve devamlı duâya ihtiyacım var.
“Kendi İşime” bakmam için sizlerin samimî desteklerinize ihtiyacım var. Benim “Kendi İşime.” dönmem sizin de işinize yarayabilir. Böylece en azından bir “muzırın” yayma istidadı gösteren yanlışlıklarından kurtulmuş olursunuz.
Siz de “Kendi İşinize” bakmak istiyorsanız, “Rehber Eserlerle” daha çok haşir neşir olmanız gerektiğini zaten biliyorsunuz. Eksiğimiz galiba “başkalarını ve ötekilerini” gündemimizden çıkarıp yine “Kendimize” Dönmek. Başkalarını da “başkalarına” bırakmakla olacak.
Cenâb-ı Hak cümlemizin yâr ve yardımcısı olsun İnşallah. (Âmin)
27.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|