Geçtiğimiz yıllarda karanlık bir suikast sonucu öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu’nun eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu’nun “Atatürkçü Düşünce Derneği” yöneticiliğinden istifa etmesi medyada ‘sürpriz’ olarak karşılandı. Bu gelişmeyi sürpriz karşılayanlar haksız değil, çünkü istifa gerekçesi ‘iş yoğunluğu’ olarak sunulsa da işin altında başka endişeler yatıyor.
Yaklaşık bir ay önce derneğe yönetim kurulu üyesi seçilen bir ismin, ‘iş yoğunluğu’nu gerekçe göstermesi elbette ikna edici olmuyor. Asıl sebebin ne olduğunu, açıklanmadığı sürece elbette bilemeyiz, haklı olarak istifadan ‘mesaj’ çıkaranlar da var.
Şunu en başta ifade edelim: ‘Meşhur’ kişilerin adi suikastlar sonucu öldürülmesi ‘tesadüfi’ hadiseler değildir. Gerek 12 Eylül öncesinde ve gerekse başka kargaşa dönemlerinde böyle sürpriz suikastlar yaşanmıştır. Türkiye’deki ‘aydın’lar da, ekseriyetle bu suikastların arka planını araştırmak yerine yapılan ‘resmî açıklamalar’la yetinmişlerdir. Hele hele medyanın bu ve benzeri cinayetler sonrası takındığı tavır tek başına incelenmeye aday bir tavırdır.
Bu anlamdaki her karanlık cinayet sonrası, mutlaka işin ucunu ‘irticaî örgütler’ diye tanıtılan gerçek ya da hayalî kişi ya da kuruluşlara havale etmişler, bu ‘örgüt’ler üzerinden de mütedeyyin insanları zan altında bırakmaya çalışmışlardır. Yakın tarihteki karanlık cinayetlerin gün yüzüne çıkmaması biraz da medyanın bu yöndeki ‘ön kabul’ü sebebiyledir. Bir ‘solcu-aydın’ mı katledildi? Daha bombanın dumanı kaybolmadan suç dindar insanlara havale edilir, edilmiştir.
Bayan Hablemitoğlu’nun ADD’den istifası, bazı medya mensuplarının sarsılmasına, dolayısıyla kendilerine gelmelerine vesile oldu. Serdar Turgut şöyle yazmış: “(...) Ben birbiri ardına gelmiş cinayetlerin devlet yapısı bu kadar güçlü olan bir ülkede nasıl çözümsüz kalabildiğini bir türlü anlayamamıştım ve her an tehlike altında yaşamak hayat tarzımız haline gelmişti. (...) Yapacak bir şey yoktu. Sustuk. Çaresiz katlandık. Ve belki de korkumuzdan sormamız gereken bazı soruları soramadan bu yaşımıza geldik. Ancak şimdi bakıyorum da bazı sorular sorulmaya başlandı ve geçmişte anlayamadığım, anlamlandıramadığım bazı olaylar kafamda bir şekilde netlik kazanıyor, bazı taşlar yerine oturuyor. Örneğin; ben bazı aydınların neden birbiri ardına öldürüldüklerini, faillerin neden bulunamadığını ve neden her defasında birtakım radikal dinci örgütün suçlu olarak ilân edildiğini anlamaya başladım sanıyorum. Ve tahmin ediyorum ki; Uğur Mumcu da bazı derin gerçeklere ulaşmaya başladığı için öldürülmüş olmalı. Cevaplarım net değil ama sadece anlamaya başladım gibi geliyor bana. Bunun sadece bana özgü bir geçmişle hesaplaşma süreci olmayacağı da belli. Belirli bir yaş limitinin üstünde kalan her Türk vatandaşı kendi geçmişinde şahit olduğu bazı olayları yeniden düşünmek zorunda kalacak.” (Akşam, 25 Temmuz 2008)
Bu sorgulamalar samimiyetle sürer ve yaygınlaşırsa, inanın çok kısa sürede ‘düz’lüğe çıkabiliriz. Evet, yalancıların mumları bir bir sönüyor ve sönmeye de devam edecek.
27.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|