GRAHAM Fuller’in en yeni kitaplarından birisi Yeni Türkiye’yi anlatıyor ve onun niteliklerini ortaya koyuyor. Elbetteki yoğun bir emek mahsulü olsa da neticede onunki de el yordamıyla yazılmış bir kitap. Ama Graham Fuller ‘eski tas eski hamam’ edebiyatında değil hatta tam aksine Türkiye’nin ‘eski hal muhâl ya yeni hâl ya da izmihlâl’ vecizesiyle özetlenebilecek bir çizgide ilerlediğini görmüş. Bu açıdan yanılmamıştır da. Ve onun gördüğü yeni Türkiye giderek Amerikan bağımlılığından kurtulan ve ayakları üzerine basan ve kendine güveni gelen bir Türkiye’dir. Neoconlar da sırf bu yüzden yeni Türkiye’ye düşmandırlar. Onların gönlü daima eski Türkiye’den yanadır. Ama, ‘eski camlar bardak oldu’ misali artık fiziken geriye dönüş eşyanın tabiatına aykırıdır. Yeni Türkiye’nin silüeti yavaş yavaş belirmeye başladı. Bunu belirginleştiren husus aslında iki yargı dâvâsıdır. Birisi, AKP’nin kapatılması dâvâsı... İkincisi de, Ergenekon dâvâsıdır. Ergenekon dâvâsında nihayet iddianame kabul edildi ve yargılama süreci başladı. Bir fasıldan diğer bir fasla geçildi. Elbetteki eksiklikleri ve belki abartılı yönleri de var. Zamanla toz duman dağıldıkça özü ile kışırı, kepek ile tanesi birbirinden ayrılacaktır. Ama en azından bu dâvâ ile Türkiye’nin karanlık noktaları kısmen de olsa aydınlatılmalı. Bugüne kadar İslâmi kesimlerin üzerine yıkılmaya çalışılan laik rumuzlara yönelik saldırı ve suikastların nedenleri ve arkasındaki güçler ortaya çıkarılmalıdır. Toplumsal kirlilikten kurtulmanın asgari çaresi budur. Esasında baştan beri ‘İslâmî kesim’ laik kesimlerin rumuz ve sembollerine saldırı noktasında kurdun Yusuf’un kanlı gömleğinden uzak ve beri olması gibi beriydiler. Veya en azından şaibeli olan kesimlerin de yine karanlık odaklarla ilişki içinde olduğu genel bir kanaat. Türkiye’de bir kaos ortamı meydana getirmek ve dindarlar üzerinde baskı halesi oluşturmak için acaba Ruşen Çakır’ın sorduğu gibi Kemalistler mi Kemalistler’e kıydı? Yargı sürecinde bunlar ortaya çıkmalı.
***
Anayasa Mahkemesi AKP’nin kapatılması dâvâsına usulden değil esastan bakarken hükümet kanadı buna itiraz etmiş ama ‘laik kanat’ mahkemenin esastan meseleyi mütalaa etmesine ses çıkarmamış belki desteklemişti. Böylece yasamanın görev alanı da durumdan vazife çıkarma yöntemi yargı sahasına intikal etmişti. Ergenekon dâvâsında ise dâvâ aleyhtarı diğer kanadı temsil eden gazeteler veya gazeteciler ise önce bu dâvâyı esastan reddettiler. Ardından esas yerine sızdırmaları gerekçe göstererek usule itiraz ettiler. Bu zımnen esası kabul ettikleri anlamına geliyordu. Yavaş yavaş kabul noktasına doğru ilerliyorlardı. Sonuçta kanaatler yavaş yavaş bu yönde gelişmeye başladı. Davanın seyrine bakıldığında, ilk günlerde Ergenekon meselesine itiraz edenlerin gelinen noktada bazı çekincelerle birlikte iddianameyi kabul noktasına ulaştıkları anlaşılıyor. Bu Türkiye’de bir milat ve net bir kırılmadır. Yeni Türkiye’nin de ayak sesleridir. Şimdi kimi gazeteciler ufukta belirmekte olan yeni Türkiye’nin düzenini tartışmaya başladılar bile. Doğan Avcıoğlu gibilerin tanı ve teşhis koymaya çalıştıkları Türkiye düzeni artık bu kırılmalarla birlikte maziye intikal ederken yeni düzenin de ayak sesleri duyuluyor. Türkiye devleti bağırsaklarını temizlerken belki yansımalarla birlikte ordu da kendi içinde mıntıka temizliğine gider. Esasen Türkiye’nin yeni düzeni Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte yavaş yavaş belirmeye ve billurlaşmaya başlamıştı. Ardından 11 Eylül rejimi ve Bush’un vahşi saldırıları geldi. Türkiye kendini savunmak zorunda kaldı ve 1 Mart Tezkeresi kazası yaşandı ve bu ABD ile Türkiye ilişkileri arasında net bir kırılmaydı. Bu gelişmeler Türkiye’nin yeni düzeninin çerçevesini de belirliyordu. Bu süreçte nafile bir uğraş olarak, eski düzeni tamir için dokuzuncu cumhurbaşakanının eski tüfeklere ABD ile ilişkileri tamir etme ve arkalarını sağlama alma tavsiyesinde bulunduğu da ileri sürülüyor. Ama Soğuk Savaş sonrasında oluşan yeni jeopolitik de bu ilişkilerin tamir edilmesine müsade edecek gibi görünmüyordu. Zira subjektif kriterlere dayanmıyordu. Objektif hava değişmişti.
***
Yeni düzenin şekillenmesinde en önemli kilometre taşlarından birisi ise Soğuk Savaş sonrası örtüsüz kalan örtülü savaşların araçları olan Ergenekon tipi örgütlenmelerin tarassut ve gözlem ağına takılmasıydı. Yeni dönemde eski yöntemlerle gizlenemeyen bu tür örgütlenmeler su yüzüne çıktı ve hedef hâline geldi. Tekrar etmek gerekirse; hem Ergenekon hem de kapatma dâvâsı Türkiye’de yeni dönemin ayak sesleri olan net kırılmalardır.
Değişimin yakıtları kendilerini tükettikten sonra sahnede değişimin mimarları yerlerini alacaktır. Belki neoconların öngördükleri beklenti Türkiye’de gerçekleşecek ve boy verecektir. Kaos düzenini üretecektir. Cüneyt Ülsever “Yeni bir Türkiye kuruluyor (mu?)” başlıklı yazısında bu yeni dönemin nikabını ve duvağını açıyor gibi. En azından kendi muhayyilesindeki yeni dönemi ve düzenini anlatmış. İşaretlerinden ortaya çıkan şey Holbrooke gibilerin gözdesi olan Malezya modeli gibi bir şey. Hadi Uluengin de ‘Tarihin virajındayız!’ yazısıyla yeni dönemin müjdesini veriyor. Değişimin kaçınılmaz olduğunu ve Türkiye’nin tarihin ana gidişatından sapmayacağını ve kopmayacağını söylemiş. Şimdi Türkiye yeni dönemin doğum sancılarını yaşıyor. Geriye o ana gidişatın mahiyetini tespit etmek kalıyor. ‘Dervişin fikri ne ise zikri de odur’ fehvasından Uluengin’in de nasıl bir Türkiye özlemi çektiği çıkartılabilir. Geleceğin mahiyeti tartışılmakla birlikte tartışılamayacak bir mesele varsa o da değişim anının gelip çattığıdır.
27.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|