İTTİHAT Terakkicilerle ile Ahrar fırkası arasındaki çatallaşma, gelgitler veya gerilim arasında sıkışıp kalan İslamcılar günümüzde de liberallerle ulusalcı kanat arasında gerilim hattına takılmış durumda. Dolayısıyla 100 yıllık kavganın isimleri değişse de tarafları değişmemiştir. O dönem İttihatçılarla Ahrar arasında bir grup daha vardır ki bunlar İslamcılar olarak anılmaktadırlar. İslamcılar da o dönemde İttihatçılar ve Ahrarcılar arasında menziletün beynelmenzileteyn konumu gibi askıda kalmışlardı. Kendilerine has çizgilerini sürdürenler de vardı. Ama kavgaya ve gerilime ve memleket meselelerine bigane kalamayan İslamcıların bir kısmı İttihatçıların safında yer almış diğerleri de Ahrarcılara yakın durmuştu. Ebu’l Hüda Sayyadi gibi gelenekçiler ise Hamitçi olarak biliniyorlardı. Mustafa Fazıl Paşa gibi Yeni Osmanlılar sürgünlere evsahipliği yapan Paris ve Kahire gibi şehirlerarasında mekik dokuyorlardı. Sonunda karşı kanatta yer alan Prens Sabahaddin de soluğu menfada yani sürgünde almak zorunda kalmıştır. Bugün elbetteki ulusalcılar tehlikeden azadeler. Hatta devletin hâkimi durumundalar. Bundan dolayı ülke dışına çıkma ihtiyacı hissetmiyorlar. Günümüzde Prens Sabahaddin’in çizgisini izleyenlere İkinci Cumhuriyetçiler de denebilir. İslamcılar ise her zaman olduğu gibi çeşitli kanatlar arasında kendilerine yer arıyorlar. Aralarında, bağımsız çizgilerini muhafaza edenler olduğu gibi çeşitli yelpazelerin peşinden ittifaklara sürüklenenler de bol. Ulusalcılıkla liberal dalga arasında sıkışıp kalan İslamcıların bu sorunu sadece Türkiye’ye has bir sorun değil. Mesela Lübnan’da Sinyora ile Hizbullah ve onun ötesinde İsrail ile Beşşar’ın arasında sıkışıp kalan bir İslamcılık var. Sözgelimi, Lübnan Cemaatı İslami hareketi sırf bu yüzden ikiye inkisam etmiş haldedir. Fethi Yeken cemaatını terkederek Suriye yanlısı bir cemaat kurmuştur. Dolayısıyla ulusalcılığa dümen kırmıştır. Buna mukabil, sürgünde olan Suriye İhvan’ı genel olarak liberal bir anlayışı benimsemiş veya en azından liberal çevrelerle ittifaka girmiştir. Fethi Yeken’in önceliği İsrail meselesinden kurtulmaktır. Ama bunun adresinin Beşşar rejimi olduğunu kim söyleyebilir? Buna mukabil, sürgündeki Suriye İhvan’ının önceliği de baba Esad’ın mirası olan tiranlıktan bir an önce kurtulmaktır.
***
Türkiye’de de böyle bir dalgalanma ve kırılmalar yaşanıyor. Sözgelimi, Ulusalcılar tehlikeyi dışarıda görüyor ve bu bağlamda herkesi vatan millet Sakarya edebiyatıyla kendilerine angaje etmeye çalışıyorlar. Amaçları herkesi kendi fikriyatlarına hadim kılmak veya emelleri doğrultusunda ittifaka davet etmek ve kullanmak. Mesela geçmiş dönemde Akşam gazetesinde köşe yazarlığı yapan Kemal Yavuz ilk kez İslamcı-Ulusalcı ittifakından bahseden kişi olarak öne çıkmaktadır. Ve bir zamanlar Kızılelma koalisyonu olarak da anılan grubun içine İslamcılar da dahil edilmeye çalışılmıştı. Bunları nereden biliyoruz. Yeni Furkan dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Sadettin Ustaosmanoğlu, Aktüel dergisinin (17-23 Temmuz 2008) sorularını cevaplarken bu konuya da temas etmiş. Kendileriyle Ulusalcı kesim namına bazıları 2003 yılından itibaren temas kurmaya kalkışmış. Kendilerine Sultan Galiyevci adını veren ulusalcı ekipten bir emekli binbaşı eşiklerini aşındırmış ve karşılarına şu teklifle çıkmış :”Vatansever Güçler Birliği adında bir oluşum düşünüyoruz, bu oluşum dergi ve dernek faaliyeti şeklinde tezahür edecek, ilk etapta üniversite gençliği etrafında çalışma yapacak sonra büyük illerde dernekler açılacak, daha sonra da bütün illerde kuvayı milliye yapılanması gibi örgütleneceğiz. Bu hareket kitle gösterileri organize edip bir takım propogandif ve manipülatif işlerde bulunacak. Sokağa ve gençliğe hakim olmaya çalışacak...” Sultan Galiyevci ekibin şartları ise şuymuş: Siz İslam devriminden bahsetmeyecek ve Kemalizme saldırmayacak, ilişmeyeceksiniz, biz de şeriata saldırmayacağız...” Bu ekibin Attila İlhan’ın fikir örgüsüne yakın durduğu anlaşılıyor. Ustaosmanoğlu, bilmeden şu an Ergenekon davası yüzünden içeride olan zihin kontrolü meselesinde uzman olan Erkut Ersoy’la görüştüklerini de hatırlıyor. Yine aynı bağlamda, Ümit Sayın’ın da kendilerine karşı bir cinlik yaptığını da düşünüyor. Zihin Kontrolcülerinin liderlerine gelerek ‘Kemalizmin felsefesini yaz’ dediklerini de ifade ediyor. Aslında beyin yıkama veya zihin kontrolü ötedenberi bilinen bir husus. Acaba Hasan Mezarcı gibiler böyle bir ameliyeye mi maruz kaldılar? 28 Şubat sürecinde Kıbrıslı Vamık Volkan’nı da bu işin psikolojik kısmıyla ilgilendiği ileri sürülüyor.
***
Her neyse mevzumuzun biraz uzağına düştük ama Ulusalcıların geçmişten beri bu muvazaa ve pazarlık meselesini sürekli gündemde tuttukları anlaşılıyor. Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular Bey’e de aynı şekilde 12 Eylül’den sonra yanaşmışlar ama muvaffak olamamışlardı. Evet, Kemal Yavuz gibiler İslamcıları ulusalcıların cephesine katılmaya davet ederken Sudaki İz’in unutulmuş yazarı Ahmet Altan gibiler de bizleri liberal kanadın şemsiyeti altına girmeye çağırıyorlar. Kendi fustatlarına yani çadırlarına davet ediyorlar. Bizlere düşen nedir? İslamcılar kimselerin bilvekale savaşçısı durumunda değildir. İslamcıların hiç şahsiyeti omurgası yok mu? Bizler onun bunun embeddedi yani maiyet memuru muyuz? İslamcılar güdülen bir topluluk mudur? Asla. Birileri birilerine iltihak etmek istiyorsa herkes bu ülkenin asli sahiplerine iltihak etmeli ve katılmalıdır. Kurtuluş sadece bu yakadadır. Öyle bir imkân yoksa pencereden seyretmeli ve içlerine girilmemelidir.
24.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|