Bediüzzaman’ın 31 Mart olayını takiben kurulan sıkıyönetim mahkemesinde yargılanıp beraat ettikten ve akabinde İstanbul’dan ayrıldıktan sonra gittiği Güneydoğu’da aşiretleri dolaşıp meşrutiyetin (demokrasinin) güzelliklerini ve getireceği faydaları anlatırken, muhataplarının “Tarif ettiğin meşrutiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?” sorusuna verdiği cevap son derece ilginç.
“Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zira sizin şu vahşetengiz, cehaletperver, husumetefza olan (korku dolu, cehaleti koruyup kollayan ve düşmanlık saçan) sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhasından, husumet kurtlarından biçare meşrutiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesaret edemez.”
Bu ifadeler, Bediüzzaman’ın, mücadele edilmesi gereken düşmanlar olarak teşhis ettiği “cehalet, zaruret ve ihtilâf”ı, demokrasinin de en önemli engelleri olarak gördüğünü gösteriyor.
Cevabının devamında, “Sizinle İstanbul arasındaki mesafe bir aylıktır, fakat sizinle ehl-i meşrutiyet arasındaki mesafe bin aydan fazladır” diyen Said Nursî, sebebini şöyle açıklıyor:
“O nazik meşrutiyet İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesafeden geçmekle, cehalet gibi müthiş bataklığı, fakr (fakirlik) gibi mütevahhiş (vahşet veren) kıraçları, husumet (düşmanlık) gibi gayet keyşer (sarp) dağları kat etmekle beraber, eşkıyaya rast gelecektir.”
Bu eşkıyalara verdiği örrnekler de çok ilginç:
“Bazı ceza-i sezasını (hak ettiği için verilen cezayı) hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bazı bir meşhur Bektaşi gibi mânâ verenler yol üzerine çıkıp gasp ve garet (yağma) ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır, bazı bahane ile parça parça etmek istiyorlar.”
İşlediği suçtan dolayı adaletin verdiği cezayı hazmedemeyip başkaldıran, başkalarını kötüleyip gıybet etmeyi alışkanlık haline getiren, söylenen sözleri kendi niyet ve hesabına göre tahrif edip çarpıtan veya içi boş tartışma ve gevezeliklerle vakit öldüren tavırları, gerçek ve sağlam bir demokrasinin tesisine engel olan ya da bunu geciktiren eşkıyalar olarak niteliyor Said Nursî.
Ve muhataplarını, bu eşkıyaların önünü keserek demokrasinin gelmesini sür’atlendirecek “bir yol veyahut balon” yapmaya davet ediyor.
“Ona çabuk gelmek istiyorsanız, işte marifet ve faziletten (bilgi ve ahlâktan) demiryolunu yapınız; tâ ki meşrutiyet, medeniyet denilen şimendifer-i kemalâta (gelişme trenine) binip, terakkiyat (kalkınma) tohumlarını bindirerek, kısa bir zamanda manilerden kurtulup geçerek size selâm etsin. Siz ne kadar yolu acele ile yapsanız, o da o derece acele ile gelecektir” ifadeleri de aynı çağrının bir başka dile getiriliş biçimi.
Görüldüğü gibi, Bediüzzaman’ın en çok vurgu yaptığı nokta, demokrasiye toplumun sahiplenmesi, ona yol açması, yoldaki engelleri temizleyip bertaraf etmek için gayret göstermesi.
Bunun için gereken şartlar ise cehalete karşı ilim ve eğitim, husumet ve düşmanlığa karşı ittifak ve kardeşlik, vahşet ve fakirliğe karşı medeniyet, çalışma, kalkınma silâhlarına sarılmak.
Ve cihadımızı bunların üzerine bina etmek.
Said Nursî yine aynı bahiste “Siz tenbel kalıp onun yolunu yapmazsanız, yüz sene sonra tamamen cemalini göreceksiniz” diyor, “Üzerinize düşen görevleri yerine getirmeseniz; cehalet, ihtilâf ve fakirlikten kurtulmak için gayret göstermeseniz de, meşrutiyet (demokrasi) size gelecek, ama gelişi yüz senelik bir gecikmeyle olacak” mesajı veriyordu (Münâzarat, s. 19-20).
Bu sual-cevabın üzerinden geçen zamanın bir asrı tamamlamasına sadece birkaç yıl kaldı. Ve özellikle son dönemde yaşanan gelişmeler, beklenen demokrasinin gelişinin artık iyice yaklaştığını haber veren doğum sancılarına benziyor.
Cehalet, ihtilâf, fakirlik düşmanlarını tam alt edemesek de, yüz yıl sonra demokrasi geliyor...
27.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|