Ergenekon operasyonunun, kendi döneminde biri kuvvet komutanı olarak görev yapmış iki emekli orgenerale uzanması ve bu komutanların adının bir kez daha gündeme gelen darbe günlükleri bağlamında darbe girişimi tartışmalarına karışması üzerine harekete geçen Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ün yaptığı çıkışlar ve Köşkte Gül’le görüşmesi, geçen günlerde hayli konuşuldu.
Darbe planları için “Var da demem, yok da demem” gibi “ortadan” ifadeler kullanan Özkök’le ilgili yaygın kanaat, ordunun başında görev yaptığı dönemde darbeyi önlediği yönünde.
Darbe günlüklerinden de, emrindeki kuvvet komutanlarının bu istikametteki talep ve hazırlıklarına onay ve geçit vermediği anlaşılmakta.
Ama bu, işin bir boyutu. Diğer boyutunu ASDER Genel Başkanı, Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin yaptığı hatırlatmada buluyoruz:
“Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı sırasında, iktidarın başlattığı demokratik birçok girişim, TSK’nın örtülü müdahaleleri ile engellenmiştir.
“Kamu yönetimi reformu kanun tasarısı, YÖK kanununun değiştirilmesi, meslek liselerine uygulanan katsayı adaletsizliğinin kaldırılması, Kur’ân kurslarına devam etme yaşının indirilmesi, üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması ve YAŞ kararı ile tasfiyelerin durdurulması ile ilgili girişimler bunlardan bazılarıdır.
“Yapılan baskılar sonucunda, TBMM’ne intikal etmiş olan bir kısım yasa teklifleri hükümet tarafından geri çekilmiştir. Bunların her biri birer askerî müdahale mesabesindedir. Muhtemelen, kuvvet komutanlarının bugün basına yansıyan darbe hazırlıkları gerekçe gösterilerek bu darbecikler uygulamaya sokulmuş, demokrasinin işlemesi engellenmiş, millî irade ipotek altına alınmış, milletin onuru ile oynanmıştır.
“Hilmi Özkök Paşanın Yüksek Askerî Şûrâ üyeliği sırasında 952 subay ve astsubay, inançları nedeniyle TSK’dan re’sen emekli edilmiş ve bugünkü çarpık kadrolaşma sağlanmıştır...”
Bu derli toplu hatırlatma, darbe veya muhtıra girişimlerini önlediği belirtilen Özkök’ün, 28 Şubat postmodern müdahalesince gerçekleştirilen hukuk ve demokrasi dışı tasarrufların korunması noktasında, zihniyet olarak temelde farklı bir anlayışa sahip olmadığını gösteriyor.
Fark, dediğimiz gibi, yöntem ve üslûpta.
Nitekim Tanrıverdi’nin hatırlattığı örneklere ilâveten, Jandarma Komutanı olarak Şener Eruygur tarafından yapılan hukuk dışı “irtica” operasyonlarının, netice itibarıyla Özkök döneminde gerçekleştiği; Kemal Gürüz ve rektörlerle makamında görüşerek onlara taktik veren, “irtica” ile ilgili konularda açıklamalar yapan Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın bunları ya üst kademenin bilgisi dahilinde yaptığının deklare edildiği ya da akabinde bunları teyid eden resmî açıklamalar yapıldığı da hatırlanmalı.
Aynı şekilde, yine Özkök’ün 2006 Nisan’ında Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı ve “Türkiye İslâm ülkesi değildir” sözünü sarf ettiği talihsiz konuşma da kesinlikle unutulmamalı.
Bütün bunlar bir araya geldiğinde, Özkök’ün laiklik, Atatürkçülük ve irtica konularında, askerin yıllardır bilinen çizgisinden farklı bir yaklaşım içinde olmadığı, yalnızca bu çizgiyi ifade etme ve savunma üslûbunu değiştirdiği görülüyor.
Bu üslûp, yöntem ve taktik değişikliğinin birçok sebebi olabilir. AB sürecinde alınan mesafe, demokrasinin kaydettiği gelişme, son iki seçimde sandıktan çıkan neticelerin statükoyu savunmak için daha ince yöntem ve stratejilere mecbur bırakması, ilk anda akla gelenlerden bazıları.
AKP’nin altı senedir izlediği politikalar ise, milletten aldığı oyların, statükoyu savunma, hattâ daha da ötesinde tahkim etme stratejilerine hizmet edecek şekilde blokajını netice veriyor.
Öyle olmasaydı, 28 Şubat tasarrufları, o sürecin başında olduğundan daha sağlam ve yaygın bir şekilde altı senedir devam edebilir miydi?
24.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|