Musulca'nın G(c)eylânîleri
Gerek "Emirdağ Lâhikası" mektuplarında ve gerekse Üstad Bediüzzaman'ın "Tarihçe–i Hayatı" isimli otobiyografisinde geçen üstü kapalı bazı ifadeler vardır ki, bizi senelerdir ciddî ciddî düşündürüyordu. O gibi ifadelerin satır aralarını ve arka plânını daima merak eder dururduk.
Üstad'ın 1944'ten itibaren sürgün hayatı yaşadığı Emirdağ'da acaba neler oldu ve kendisine neler yapıldı ki, dehşet hissi uyandıran bu ifadeleri kullandı diyerek, bağlantılı gördüğümüz hemen her yazıyı dikkatle okuyarak hakikat–i hali anlamaya çalışırdık.
Bu şiddetli merak saikasıyla bazı şeyleri öğrenmiştik gerçi; ancak, bizzat Emirdağ'a gidip araştırma yaptıktan ve canlı şahitlerle görüştükten sonra, zihnimizi meşgul eden suâllerin hakikatli cevabını daha ciddî sûrette öğrenmiş olduk.
Bütün bunları, bu yazı serisi içinde sizlerle inşallah paylaşmaya çalışırız. Şimdilik, Hazret–i Bediüzzaman'ın Emirdağ hayatının özellikle ilk yıllarına dair bazı mektuplarında geçen bahsini ettiğimiz sıkıntılı ve son derece düşündürücü ifadelerini hatırlatarak, Emirdağ'daki Nur kahramanlarını biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
İşte o düşündürücü ifadelerden bir kaçı:
"Kimden kime şekvâ edeyim, ben dahi şaştım... Evet, şimdiki vaziyetim hapisten (Denizli hapsi 1943–44) çok ziyade sıkıntılıdır. Bir günü bir ay haps–i münferit (hücre hapsi) kadar beni sıkıyor." (Emirdağ Lâhikası–I, s. 17)
"Eğer mümkün olsa, buranın havasıyla hiç imtizaç edemediğim cihetini vesile edip, münasip bir yere naklime, çalışmak lâzım geliyor. Ben kendim yapamadığım için, benden, bana daha ziyade alâkadar Denizli dostları teşebbüs etseler iyi olur. Hiç olmazsa oranın hapsine, bir daha bahaneyle beni alsınlar." (Emirdağ Lâhikası–I, s. 64)
İşte, böylesine zahmetli, meşakkatli, işkenceli bir sürgün yerinde, Cenâb–ı Hak, bakın Nur Üstad'ın hizmetine kimleri koşturup istihdam etmiş.
MUSULCA, AZİZİYE, EMİRDAĞ
Emirdağ ilçesinin ismi, 1930'lu yıllara kadar Aziziye idi. Sultan Abdülaziz zamanında burası büyük göç dalgasına sahne olduğu için, bölge bu isimle anılmış.
Bugün ismini Emir Dede Türbesinin bulunduğu 2100 rakımlı dağdan alan Emirdağ ilçesinin 1870'lerden önceki ismi Musulca'dır.
Musulca'nın ise, Musul şehrinin isminden kinâye olduğuna ve Emirdağ–Bolvadin civarında yaşayan halkın asırlar önce Musul taraflarından göç ederek geldiklerine dair kuvvetli rivâyetler var.
Kuvvetli bir rivâyet de, yine bu bölgede yaşayan Geylâniler hakkındadır. Ayrıca, Bolvadin taraflarından Şeyh Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin torununa ait olduğu söylenen bir türbe bulunmaktadır.
Zaman içinde, buradaki Geylânîlere Ceylânîler denildiği ve bu meyanda Ceylân isminin yaygınlık kazandığı da ayrıca bilinmektedir. Ki, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin hem talebesi, hem de mânevî evlâdı olan Ceylân Çalışkan da bu mübarek silsilenin mümtaz bir ferdidir. (Not: Ceylân Çalışkan'ın halen lise çağında olan bir erkek torununun ismi de Ceylan'dır.)
İşte, Emirdağ'da fevkalâde sıkıntılar içinde işkenceli bir hayata mahkûm edilen Bediüzzaman Hazretlerinin yardımına, Cenâb–ı Hak, hem seyyid, hem de şerif olan Geylânî Hazretlerinin torunlarını göndermiş ve onlarla Nur'un hizmetini gördürmüş. Biz de o mübarek silsileden 72 yaşındaki Mahmud Çalışkan'la gidip görüşme imkânını bulduk.
(Devamı var)
Tarihin yorumu = 29 Temmuz 1908
Meşrûtiyet affı
Meşrûtiyetin ilk haftasında genel af ilân edildi. Müslim–gayrımüslim ayırd edilmeksizin, Osmanlı vatandaşı olan bütün mahkûmlar bu aftan yararlanabildi.
Bu umumî af hadisesi, Meşrûtiyet idaresinin ilk resmî icraatlerinden biri oldu.
Yaklaşık 30 yıldır devam eden istibdat rejimi, hapishaneleri fikir suçlularıyla doldurmuştu.
Değişik fikrî veya siyasî cereyanlara bağlı tesbit edilenlerin önemli bır kısmı ise, sürgün cezasına çarptırılarak uzak–yakın muhtelif diyârlara gönderilmişti. Genel aftan onlar da istifade ederek evlerine döndüler.
Bu arada, genel affın ilân edilmesinden rahatsızlık duyanlar da oldu. Bir grup Osmanlı aydını bu affı protesto etti. Ancak, fazla bir etkileri olmadı.
Genel af, bu tarihten sonra adeta bir gelenek halini aldı. Hemen her köklü yönetim değişikliği zamanında bu adet tekrarlanmaya çalışıldı.
Genel affın, fikir ve siyaset suçlularını kapsaması ne derece doğru ve isabetli ise, başkasının hakkına, hukukuna girerek veya bilfiil tahribat yaparak suç işleyenlerin affedilmesi o nisbette zararlı ve sakıncalı olmuştur.
Kul hakkına girerek suç ve günah işleyenleri Cenâb–ı Hak bile affetmiyor; huzuruna bu suçlarla gidilmesini istemiyor.
29.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|