"Gerçekten" haber verir 24 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Doğru söyleyen tarih konuşsun (7)



KİM NEDEN KORKUYOR?

Bugün hâlâ bazılarının ürkerek, korkarak baktığı Said Nursî ve onun temsil ettiği Nur dâvası yüzde yüz yerlidir.

Hayatanın hemen tamamını, üstelik hapis sürgün şekilde bu vatan toprakları üzerinde geçiren Said Nursî, yine bu vatanda vefat etmiştir.

Onun dış cereyanlarla hiçbir bağlantısı yoktur. Daima bu vatanın insanlarıyla haşır–neşir olmuş ve yine bu vatanın taşıyla, toprağıyla, mahsülatıyla hemdem olmuştur.

Dahası, gerek kendisinin ve gerekse yüz binlerce talebesinden hiçbirinin menfi bir tek vukuatına rastlanılmamıştır. Kırıp dökmemişlerdir. Kimseyi vurmamış, kimsenin malına, mülküne zararları dokunmamıştır.

Ayrıca, bütün eserleri, bütün neşriyatı meydandır. Hiçbir kitap yahut lâhikada, menfi davranmaya teşvik edici herhangi bir ifade, hatta bir ima dahi bulunmuyor.

Bütün bu eserlerin ve bu risaleleri okuyan insanların seksen–doksan yıllık hayatı da ortada, herkes tarafından az–çok biliniyor. Sabıka tertemiz…

O halde neden hâlâ korkuluyor? Neden hâlâ Said Nursî'nin açmış bulunduğu Kur'anî çığırdan adeta bir öcü gibi ürkülüyor, korkuluyor?

Ortada elle tutulur, gözle görülür menfi bir tek vukuat olmadığı halde, yaşanan bu endişenin evhamdan, kuruntudan öte bir anlamı var mıdır?

Said Nursî, bu vatanın evlâdı olduğu gibi, neşriyatı da bu vatanın bağrından çıkmıştır. Seksen yıl kadar önce Barla gibi bir köyde yazılmaya ve etrafa intişar etmeye başlamıştır. Yazanlar ve yayanlar da Anadolu köylüsüdür. Çiftçi, rençber, çoban, bahçıvan kimselerdir. Servetleri yok, şöhretleri yoktur bu insanların. Ruhlarına, vicdanlarına hitap eden, bin yıllık kültürleriyle, din ve maneviyatlarıyla barışık, üstelik yaşadıkları zamanın ihtiyacını da tam karşıladığın gördükleri Nur Risalelerine bütün benlikleriyle sarılmışlar, okuyup etrafa neşretmişler.

Bunun neresi yanlış? Bundan kim ne zarar görmüş? Bu vatan ve milletin zararına olacak ortada bir tek unsur var mı?.. O halde duyulan korkunun, endişenin sebebi ne?

Geçen aylarda bir milletvekili İşişleri Bakanlığına verdiği bir soru önergesinde şunu soruyordu: "Said Nursî'nin mezarını gizli tutan devlet, acaba bu şahsiyete hâlâ sakıncalı bir kişi nazarıyla mı bakıyor."

Mezar yerinin gizli kalması, hem vasiyet olarak, hem de İlâhî takdir bakımından daha uygundur.

Fakat, önergedeki şu sorunun cevabı son derece önemli: "Said Nursî, devletin nazarında hâlâ sakıncalı bir kişi midir?"

Hasılı, ortada sakınca teşkil edecek haklı hiçbir sebep, hiçbir gerekçe yok. Buna rağmen, ortalıkta dolaşan evhama, kuruntuya dayalı bazı korkular var. Bunların da bir şekilde izale edilmesi gerekir.

NOT: Bu arada, dün bizi telefonla arayan 19. dönem İzmir Milletvekili değerli Mehmet Özkan, Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olduğu dönemde, Şubat 1993'te yaptıkları bir toplantı esnasında Said Nursî için "iade–i itibar kararı" aldıklarını ifade ettiler. Arşiv bilgilerine baktığımızda, gündeme damgasını vuran bu meselenin o tarihte de hararetle tartışıldığını ve Meclis'teki ilgili komisyonda konunu ele alınarak müsbet bir karara varıldığını görmekteyiz.

Tarihin yorumu = 24 Temmuz 1908

100 sene evvelki Meşrûtiyet fermanı

Bir gün evvel Manastır ve Selanik'te ilân edilen Meşrûtiyet, Sultan Abdulhamid'in fermanıyla bugün de resmî olarak ilân edilerek yürürlüğe girmiş oldu.

32 yıl aradan sonra Meşrûtiyetin bu şekilde ve ikinci kez ilân edilmesiyle birlikte, 1878'den beri 30 yıldır süren istibdat devri de sona erdi: Kànun–u Esâsî (Anayasa) yürürlüğe girdi, yeni partiler kuruldu ve Meclis–i Mebûsan tekrar faaliyete geçti.

* * *

Hürriyet'in Meşrûtiyet ile birlikte şifâhen ilân edilmesi, yine Manastır (Niyazi Bey) ve Selânik'te (Enver Bey) gerçekleştirilmişti.

Bu tarih, Rumî 10 Temmuz, Milâdî ise 23 Temmuz gününe tekabül ediyor.

O zamanlar Rumî tarih revaçta olduğundan, Hürriyet ve Meşrûtiyet'in ilânından bahis açıldığında, daha ziyade "10 Temmuz hareket–i mesûdânesi" diye söz ediliyordu.

* * *

Hürriyet ve Meşrûtiyetin ilânı, Osmanlı'da diğer devletlere nisbeten kansız gerçekleşti.

Ancak, böylesi bir bu muvaffakiyetin elde edilmesi hiç de kolay olmadı. Bu uğurda uzun yıllara dayanan çok ciddî çalışmalar yapıldı, çok çetin mücadeleler verildi.

Bu meyanda, Namık Kemal, Ziya Paşa ve yukarıda ismi zikredilen Enver ve Niyazi Beyler ile büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî'nin üstün emek ve ihlâslı gayretlerini unutmamak gerekir.

* * *

Bilhassa II. Meşrutiyet'i, Osmanlı ve Türkiye tarihi itibariyle başlı başına bir hadise ve siyasî tarihimizin de çok önemli bir dönüm noktası olarak düşünmek icap ediyor.

Zira, bugünkü fikrî ve siyasî cereyanların bile, hemen tamamının tohumları ve ilk temelleri o tarihte atıldı.

Bugün hangi bir fikir ve siyaset damarını tutup geçmişe doğru takip ederseniz, köklerinin 1908'de başlayan II. Meşrutiyet dönemine kadar gidip dayandığını görürsünüz.

Şimdi, bu büyük değişim ve döünüşüm hadiseninin yüzüncü senesini idrak etmekteyiz. Sancıları şiddetlenen gelişmelerin muhtemel seyrine baktığımızda, yeni bazı doğum ve değişimlerin eşiğine geldiğimiz tahmin edebiliyoruz.

Yaşanan sancı ve gerilimlerin hayırlı doğumlara vesile olmasını diliyoruz.

24.07.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (25.07.2008) - Çakallar ve orman kartalları

  (24.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşsun (7)

  (23.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşsun (6)

  (19.07.2008) - Kırlangıçları seyrediyorum, hayranlık içinde

  (17.07.2008) - Çevre temizliğinde kelebek faktörü

  (09.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşsun (5)

  (07.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşuyor (4)

  (05.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşuyor (3)

  (03.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşuyor (2)

  (02.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşuyor (1)

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır