Yüksekçe bir dağın üst yamacında uçuşup duran kartalları izliyorum. Dağ, ormanla kaplı.
Kartallar, gün boyu üzerinde uçuştukları orman alanını velveleye verircesine ötüyor, ciyak ciyak bağırıp duruyorlar. Arada bir hızla alçalarak ağaçların arasına dalıyor, bir müddet sonra tekrar çıkıp yükselişe geçiyorlar. Yine öterek aynı alanda tur atmaya devam ediyorlar.
Büyük orman kartalı denilen bu yırtıcı kuşları karşı yamaçtan seyrediyorum. Bazan üç yüz–beş yüz metre uzaklaştığım halde, seslerini yine işitebiliyorum. Bütün gün geziniyor, ötüşüyor ve ormanın içine dalıp dalıp çıkıyorlar.
Belli ki, bunlar av peşinde. Fakat, acaba neyi avlıyorlar, ne yiyorlar ve nasıl avlanıyorlar diye meraklanıyor insan.
Aynı merak, neden sessizce değil de, yüksek sesle öterek havada tayarân ettikleri hususunda da uyanıyor.
Onları hem gözlemleyerek, hem de araştırarak öğrendik ki, yüksek volümlü ötüşleri ile avlarını ürküterek tahrik ediyorlar. Avın hareketlenmesi ve bir noktadan bir başka noktaya koşuşturması esnasında, tepeden yeri gözlemleyen kartalın derhal dikkatini çekiyor ve hedefe girmiş oluyor.
Kartalların hem gözleri çok keskincedir, yerdeki en küçük bir hareketlenmeyi fark edip görürler, hem de radar gibi iş gören antenleri ve hisleri fevkalâde kuvvetlidir. Orman içinde dolaşan farelerin, yılan ve sâir sürüngenlerin yerini tesbit eder ve ani bir dalışla tepelerine binerler.
Kartallar, haliyle ölmüş hayvan leşlerini de fark ederek gelip temizlerler.
Bu yırtıcı ve ürkütücü kuşları bir de kurt, çakal gibi vahşi hayvanlar takip ederek, aynı bölgeyi gece vakti gelip dolaşırlar. Kartalların yiyip bitiremedikleri leşlerin artıklarını, gece mesaisi yapan bu canavarlar temizleyerek beslenirler.
Zira, gece vakti aynı ormanlık bölgeden yayılan çakal sürülerinin seslerini işitiyoruz. Çakallar, ayrıca hızla üreyip çoğalan yaban domuzlarının yavrularını yiyerek, büyük bir tehlikeyi frenlemiş oluyorlar.
İşte, bütün mahlûkatı harikulâde bir hikmet ve intizam dairesinde yaratan ve çalıştıran Cenâb–ı Hak, gündüz mesaisi yapan kartallar ile gece vardiyasına çıkan çakalları da, tam bir denge unsuru şeklinde yaşatıp istihdam ediyor.
Biz de, bir yandan bu havyanların harika vaziyetlerini seyrediyor, bir yandan da yaratılış hikmetlerini düşünüp mütalâa ediyoruz.
Tarihin yorumu = 25 Temmuz 0711
İspanya'da zafer heyecanı
Büyük İslâm kahramanı Tarık bin Ziyad, komutası altındaki fetih ordusuyla birlikte 711 yılı 19 Temmuz'unda fiilen başlatmış olduğu İspanya fethini kısa sürede tamamlayarak nihaî zafere ulaştı.
İslâm ordusu, kazanmış olduğu bu muazzam zaferin heyecanı ile sarhoşluğa değil, bilâkis şükür ve ibadete daha fazla yönelmek sûretiyle, ayrıca rüştünü ispat etmiş oldu.
* * *
Tarık bin Ziyad, aslen Kuzey Afrika’da yaşayan Berberi kabilelerine mensuptur. İslâm ile şereflendikten sonra, büyük bir ilerleme kaydetti ve en bilgili, en cesur kumandanlardan biri oldu.
İspanya’daki bazı deniz korsanları ile bu ülkede kuvvet zoruyla hükmetmeye çalışan bazı gruplar, uzun süreden beri Akdeniz sahillerinde yaşayan ve denizcilikle uğraşan Müslümanları taciz ediyorlardı. Aralarında zaman zaman küçük çaplı çatışmalar da yaşandı.
Sonunda iş bu ülkenin fethedilmesi gerektiği noktasına kadar gelip dayandı.
Tarık bin Ziyad, başına topladığı on iki bin kadar Müslüman asker ile birlikte yola koyuldu. Ahdetti ki, ya İspanya’yı fetheder alırım, ya da bu uğurda şehit olur giderim.
İşte bu azim ve iman ile Afrika sahilinden bir donanma ile İspanya sahillerine çıkarma yaparak, bu ülkeyi fetih harekâtını başlattı. Geri dönüş yolunu da kapatmak için, kendilerini boğazın İspanya yakasına geçiren donanmayı da oracıkta yakmaya karar verdi.
Böylesi bir kararlılık karşısında kim durabilirdi?
Nitekim, İspanya’da yaşayan hükümetler ve derebeyliklerin hiçbiri İslâm ordusu karşısında duramadı, savaşı sürdürecek gücü kendinde bulamadı.
Neticede, baştan sona kadar coşku ve heyecanın hakim olduğu bir fetih hareketiyle, Endülüs İslâm Devletine giden bir mukaddes yolun kapısı açılmış oldu.
25.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|