Çalışkanlarla akrabalık
Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan Bediüzzaman Hazretleri ve talebeleri, 12. celse olan 14 Haziran 1944 tarihli son duruşmada oy birliğiyle beraat eder.
Mahkemenin bu kat'î beraat kararına rağmen, Said Nursî serbest bırakılmaz. Yüzden fazla talebesi memleketlerine gönderilir, bir bakıma ondan uzaklaştırılmış olur. Yanına da kimseyi bırakmaksızın onu Şehir Otelinin bir odasına yerleştirirler. Tâ ki, Ankara'dan gelecek bir emirle yeni sürgün yeri belli oluncaya kadar...
Üstad Bediüzzaman, Denizli Şehir Otelinde iki ay kadar bekletilir. Ağustos ayı sonlarına doğru kendisinin Emirdağ'a gönderileceği bildirilir. Denizli kahramanı Hasan Feyzi Efendi de Üstad'ıyla birlikte gitmek ister; ancak bırakılmaz. Sürgün yerine yalnız başına gitmesi gerekiyormuş. Hasan Feyzi, buna çok kahırlanır, hüzünlenir ve hasret yüklü, hicran yüklü "Ayrılık şiiri"ni kaleme alır:
Çekilip nur–u hidayet, yine zindan olacak
Yine firkat, yine hasret, yine hüsrân olacak.
Bâb–ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem
Dahi nezrim bu ki, canım sana kurban olacak
Gelen emir kesindi. Said Nursî suçsuz ve tekraren beraat etmiş olduğu halde, Afyon'un Emirdağ ilçesine sürgün edilecekti.
Denizli'deki dost ve talebeleriyle vedâlaşan Hazret–i Bediüzzaman, önce Afyon'a gönderildi. Burada Ankara Otelinde iki–üç hafta kaldıktan sonra, 1944 yılı Ağustos ayı sonlarında güvenlik görevlilerinin refakatinde Emirdağ'a getirildi.
ÇALIŞKANLAR'IN ZİYARETİ
Emirdağ'a geldikten sonra, ilk 15 gün müddetle bir otelde kalır. Bilâhare, Karadenizli Yaşar ismindeki şahsın kira ile içinde oturmuş olduğu üç odalı bir eve taşınır.
Kira ücretini birlikte ödedikleri bu ev çarşı içinde olup otelin tam karşısındadır. Emirdağ'da halen hayatta olan görgü şahitlerinden bizzat dinlediğimiz kadarıyla, bu otele zamanla tam yirmi polis yerleştirilir.
Yarısı resmî, diğer yarısı ise sivil kıyafetlidir bu polislerin. Bunların dışında, ayrıca sivil kıyafetli casuslar gönderilmiş Emirdağ'a.
Bütün bu görevliler, hükûmetin yakın takibinde olduğu anlaşılan Bediüzzaman Said Nursî'yi daimî tarassut altında tutmaya çalışıyorlar: Ne yapıyor, ne ediyor, yanına kimler gelip gidiyor diye, gördükleri, tesbit ettikleri her hal ve hareketi günü gününe Ankara'ya rapor ediyorlar.
İşte, bu derece ağır ve baskıcı şartlar altında bile, Üstad Bediüzzaman'ı seven, ziyaret eden veya ona hizmet etmek isteyenler yine de eksik olmuyor.
* * *
Emirdağ'a gelip otele yerleştikten sonra Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret edenlerin başında Çalışkanlar hanedanından Hasan ve Mehmed kardeşler gelir. Bir gün arayla ziyaretine gider, sohbetinde bulunur, samimiyet peyda eder ve aynı istikamette alâkadarlıklarını devam ettirirler.
Çalışkanlar'ın çarşı içindeki dükkânları ile Üstad Bediüzzaman'ın kaldığı ev birbirine çok yakın ve karşı karşıyadır. Hasan ve Mehmed'ten sonra, diğer kardeşler ve ailenin diğer fertleri de Üstad'la irtibata geçer, ziyaret eder ve hizmetinde bulunmak için birbiriyle adeta yarışa girerler.
Bir kaç sohbet esnasında, Çalışkanlar hanedanıyla akraba olduklarını ifade eden Üstad Bediüzzaman, bir gün Mecmuatü'l–Ahzab'ı okurken, hazırda bulunan Mehmed ve oğlu Ceylan'a "Bakın, Abdülkadir Geylanî bizden bahsediyor" diyor. Ayrıca, Ceylan ile Geylanî ismi arasında bir irtibat kuruyor. Ceylan'ın tam ismi "Abdülkadir Ceylan Çalışkan"dır. (Bkz: Son Şahitler–II, s. 344, 347, 351)
* * *
Kuleönü'lü Küçük Ali de, bir mektubunda Üstad Bediüzzaman'ın tıpkı Şeyh Abdülkadir Geylânî gibi hem seyyid, hem de şerif olduğunu beyan ediyor ve "Üstadımın birinci Âl'den olduğu kat'idir" demesiyle, onun Şâh–ı Geylânî gibi neseben Hz. Ali'ye dayandığı ve "evlâd–ı Resûl" olduğunu tereddütsüz şekilde ifade ediyor. (Bkz: Lem'alar, Yeni Asya Neşriyat, 2006 baskısı, s. 418.)
(Devamı var)
Tarihin yorumu = 30 Temmuz 1898
Peygamber dostu Bismark
Almanya'nın birliğini sağlayan ve Alman İmparatorluğunu kuran Prens Bismark (Otto Von Bismarck, d. 1815) öldü.
Siyasete atıldığında ayrı ayrı devletlere bölünmüş olan Almanya'yı, uzun mücadeleler sonucu birleştiren Bismark'ın önemli bir özelliği de İslâm dinine, Kur'ân'a ve Hz. Muhammed'e (asm) gösterdiği yakın alâka ve hürmet duygusudur.
İşte onun bu konudaki inanç ve kanaatlerini yansıtan beyanatından bir bölüm: "Senin Saadet Asrında yaşayamadığım için müteessirim ey Muhammed (asm)! Öğrettiğin ve yaydığın kitap, senin değildir. O, Lâhûtî'dir. Bu kitabın Lâhûtî olduğunu inkâr etmek, geçerli ilimlerin yalan olduğunu ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, huzur–u mehabetinde kemâl–i hürmetle eğilirim."
30.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|