Sevilen güfteci hakim
Bugün hatıralarını nakledeceğimiz zâtla bundan yıllar önce Cağaloğlu’nda tanıştık. 1980 yılı başlarındaydı. Gazetemizin Cağaloğlu’ndaki merkez binası kitap satış servisinde ağırladığımız bu zâtın ismi Mustafa Sevilen. Emekli askerî hakim olduğu halde, Türkiye’de daha çok şairlik yönü ve san’at müziği güftekârı olarak biliniyor ve öyle tanınıyor. Yüzden fazla güftesi bestelenmiş durumda.
Fakat o aynı zamanda Bediüzzaman Hazretleriyle görüşüp tanışmış, onunla Emirdağ’daki evinde sohbet etme bahtiyarlığına ermiş son şahitlerden biridir. Konumuz gereği, kendilerinin özellikle bu mânâdaki hatıralarını sizlere nakletmek istiyoruz.
Mustafa Sevilen, 1953 senesinde Emirdağ’a bir başka vesile ile gidip Üstad Bediüzzaman’ı ziyaret edişini, adeta o günleri yaşarcasına büyük bir şevk ve heyecan içinde şöyle anlattı:
“Biz o tarihte görev icabı Eskişehir’deydik. Komşularımızdan biri Emirdağlıydı. Aramız çok iyiydi. Kardeş gibiydik. Bir gün bize Emirdağ’da bir düğünleri olduğunu söyledi. Bir otobüs dolusu ‘düğün alayı’ ile yola çıktık. Otobüste, koyu Halk Partili olan kimseler de vardı. Bir ara söz döndü dolaştı, din ve dindarlar konusuna geldi. Halkçılar iyice şirretleştiler. Düşman kuvvetlerinden bahseder gibi dindarların aleyhinde konuşmaya başladılar. Baktım, sözü hemen Bediüzzaman Hazretlerine getirip o muhterem zâtı da tenkide başladılar ve çok galiz ifadelerde onu karalamaya çalıştılar.
“Önceleri söze karışmaya hiç niyetim yoktu. Fakat, bir noktadan sonra dayanamadım ve konuya müdahil oldum. ‘Beyler’ dedim ‘Siz Bediüzzaman’ı sevmeyebilirsiniz. Ona düşman da olabilirsiniz. Fakat, ona bu şekilde hakaret etmeye hakkınız yok. Bu yaptığınız çok ayıp. Bırakın Müslümanlığa, insanlığa sığmaz. Lütfen hakaret etmeden konuşun’ diyerek, gıyabında Bediüzzaman Hazretlerini müdafaa ettim. Onlar da artık kimisi sükût etti, kimi de daha saygılı ifadelerle konuşmaya devam etti.
“Neyse, Emirdağ’a vardık. Düğün merasimi yapıldı, kalabalık dağıldı. Bu arada belediye başkanı ile ilçe jandarma komutanı kasabanın içinde misafirleri gezdirmek istediler. Birlikte çıktık, çarşıyı dolaşıyoruz.
“Bir ara belediye reisi, çarşı ortasında meydana nazır bir evin kapısı önünde durdu ve ‘Burada muhterem bir zât kalıyor. Gelmişken, onu da ziyaret edin, hayır duâsını alıp öyle gidin’ dedi. Evin kapısının önünde bir genç duruyordu. Reis efendi, ona şunları söyledi: ‘Eskişehir’den gelen kıymetli misafirlerimiz var. Müsaadeleri varsa, Üstad’ı ziyaret etmek istiyorlar.’
“İsim listesini bir kâğıda yazan genç, içeri girdi, bir müddet sonra çıka geldi ve yarı üzgün bir şekilde şunu söyledi: ‘Üstadımızın hepinize selâmı var. Sizlere duâ ediyor, duâlarınızı bekliyor. Aynen ziyaret etmiş gibi kabul ediyor. Ancak, hâli müsaade etmediği için kalabalıklarla görüşemiyor, ziyaretçi kabul etmiyor.’
“Fakat, ne hikmetse, o genç biraz sonra elindeki ziyaretçi listesine baktı ve ‘Mustafa Sevilen Bey kimdir?’ diye sordu. Bir anda çarpılmış gibi etkilendik ve hemen kendimi toparlayıp ‘Benim’ dedim. Genç, ‘Üstadımız sizi istiyor, sadece sizinle görüşebileceğini söylüyor’ dedi.
“Yanımda henüz dört yaşında olan oğlum Fecrialem vardı. Elinden tutup Üstad’ın huzuruna çıktık.
“Gördüğümüz kadarıyla basit bir odada yaşıyordu. Mütevazı bir karyolanın üzerinde oturuyordu. Başında bir agelsarık vardı. Kenarda ise, bir masa, masanın üzerinde bazı kitaplar ve Kur’ân-ı Kerim bulunuyordu. Ayrıca, duvarda asılı iki adet saat vardı. Bunlardan biri eskiyi (alaturka), diğeri ise yeniyi (alafranga) gösteriyordu.
“Üstad’ın o zayıf, nahif, mübarek ellerinden öperek yerdeki mindere oturduk. Yaklaşık üç saatten fazla yanında bulunduk, sohbetini dinledik.
“O konuşurken, gözlerinden adeta zekâ okları fışkırıyordu. Aman Allah’ım, o gözler, o gözler, o projektör gibi gözler. Rahatça dönüp ona bakamazdınız.
“Konuşması esnasında, bir ara Halkçılar’dan şikâyet etti. Bunlar benden ne istiyorlar, niçin düşmanlık besliyorlar, niçin korkuyorlar diye serzenişte bulundu. Sanki otobüste bizim yanımızda imiş gibi söylenenlere tek tek cevaplar verdi.
“Bir ara, kendisine gençliğinde kelepçeleri nasıl çözdüğünü sordum. Şu cevabı verdi: ‘Kardeşim, ben Kur’ân’ı kendime rehber etmiş, Allah’a teveccüh etmiş biriyim. Evet öyle bir hadise başımdan geçti. Kıbleye yönelip duâ ettim. Kelepçeler çözüldü. Bu arada jandarmalar korkmaya başladı. Ben onları teselli ve tezkiye ettim.’
“Ayrılırken, çocuğuma şöyle bir baktı ve ‘Bu çocuk ileride büyük bir adam olacak. Ben ona duâ edeceğim. Fakat sen ona dinini öğret’ diye buyurdu. Elini öpüp ayrıldık.
“Yıllar sonra, oğlum tıp fakültesini kazandı, başarıyla bitirdi ve dünya çapında yapılan bir imtihanı da birincilikle bitirdi. Şimdi vatanın ücra bir yerinde hizmet ediyor.”
05.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|