Tarih boyunca “cins-i lâtif” olarak vasıflandırılan kadınlar zarif yaradılışlarıyla şarkılara, romanlara, şiirlere konu
olmuştur. Duyguları, zengin his dünyası ve letâfetiyle nakış nakış işlenmiş bir san’at eseridir kadın. Ya bu san’at eserini yapan San’atkâr? Bu lâtif mahlûku cinsî bir meta olarak
değerlendirmek için hemen her gün güzellik yarışması
düzenlenen bir ülkenin fertleri olarak gelin bir başka
açıdan kadını inceleyelim.
Her şeyden Cenâb-ı Hakk’a açılan pencereler hükmünde çok vecihler var kadın konusunda da…
Zaman içinde yolculuk ve yaşanmış hikâyeler…
Bu yazı, gözle bile görülemeyecek kadar küçük olan bir zerreciğin, insan haline gelmesinin hikâyesidir.
Her şey, binlerce yumurta ve milyonlarca sperm zerresinden seçilmiş iki farklı hücrenin buluşmasıyla başladı. Birleşip tek bir hücre oldular. Bu çok önemli buluşmada sperm hücresinin taşıdığı şifreye göre doğacak bebeğin cinsiyeti de belli oldu. Bebek, dünyalar tatlısı bir kız çocuk olacaktı. Buluşmanın ardından, hücre önce ikiye bölündü, sonra bölünme sayısı hızla artmaya başladı. O tek hücreden doğan yeni yeni hücrelerin kimi sinir hücresi, kimi göz, kimi karaciğer, kimi kemik, kimi kan hücresi oldu. Ve her biri arkadaşları ile omuz omuza verip, farklı dokular kurdular. Kalp atmaya, kan hücreleri damar içinde dolaşıp besin taşımaya, sinir hücreleri vücudun her yanına haberler ulaştırmaya başladı. Kemikler tek tek kurulup, eklemler birbirlerine bağlandı. Üzerleri kaslarla kaplanıp, en mükemmel şekilde hareket edebilme kabiliyeti verildi. Parmak uçlarına, kokusuna, göz bebeklerine onu diğer insanlardan ayırt edecek çok özel bir mühür vuruldu. Bebeğin yüzü, en mükemmel estetik hatlar halinde güzel bir simaya erişti. Velhâsıl; bir insan binası tamamlandı.
O varlık âlemine özenle, benzersiz özelliklerle donatılarak gönderilecekti.
“İnsan kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki hemen apaçık bir düşman kesilir.” (Kur’ân, 36: 77)
San’attan San’atkâra
Yaşadığımız âlemde zerreden güneşe her bir varlığın, her bir olayın hakikati Esmâ-i Hüsna olarak adlandırılan Rabbimizin güzel isimlerine dayanır. Onlarda görebildiğimiz her bir san’at, bir esmâya işarettir. “Hiçbir şey yoktur ki O’nu övüp tesbih etmesin.” (İsra Sûresi, 44.) âyeti bu hakikate işaret eder. Hak dostu olan büyük zatlar “Bir tek zîhayat şeyde yalnız zahir olarak yirmi kadar esma-i İlâhiyenin cilve-i nakşı görünebilir” demişlerdir.
Bediüzzaman Hazretleri bu geniş hakikati bir temsil ile izah eder. Ona kulak verelim isterseniz:
Büyük bir ressam, mahir bir heykeltıraş gayet güzel bir çiçekle, izzet ve iffetine düşkün, gayet güzel bir kadının heykelini, resmini yapmak istedi, evvelâ onların anahatlarını bazı çizgilerle belirginleştirdi. Bu belirginleştirme bir tanzim, bir takdir iledir. Tanzim ve takdir ise ilim ve hikmeti gösterir. Sonra, o sınırlar içinde göz, kulak, burun, yaprak ve incecik püskülcükler gibi uzuvların resmine başladı. San’atını gösterdi. Demek ki o san’atkâr, eserini güzelleştirmek ve zinetlendirmek istiyor. San’atkâr, çizime devam ediyor. İşte o resimdeki kadını tebessüm ettirdi. Lütfunu, keremini gösterdi. Adeta o çiçek, cisimlenmiş bir lütuf, o heykel kadın şekline girmiş bir ikram oldu. Demek ki o çiçeği ve heykeli yapan san’atkâr, kendini tanıttırmak ve sevdirmek istiyor. O halde san’atkâr merhametli ve san’atlarını nimetlendirmek arzu ediyor. İşte, o heykelin ellerini ve kucağını kıymetli nimetlerle doldurdu. Bu rahmet ve nimetlendirme isteğinin temelinde ise acımak ve şefkat etmek asıldır. Demek ki o ressam, o heykeltıraş nihayetsiz bir güzellik ve merhamete sahip. Kendi güzelliğini ve merhametini, kemalini, san’atında da bizzat kendisi görmek ve başkalarına göstermek istiyor. Aynen öyle de; bütün kâinatı san’atlarıyla dolduran, o hikmetli san’atkâr pek çok esma-i İlâhiyeyi (yirmiye yakın) çiçek ve kadın üzerinde de göstermiştir.
Kadın ve çiçek
Kadın ve çiçek: Umumî şekilleri, anahatlarıyla Yaratıcısını “Ya Musavvir, Ya Mukaddir, Ya Munazzım” diyerek tesbih eder.
Kadın ve çiçek: Göz, kulak, yaprak, püskül gibi organlarının ayrı ayrı yapılmasıyla Yaratıcılarını “Âlim ve Hakim” diyerek zikrederler.
Kadın ve çiçek: O San’atkâr kadın ve çiçekteki ayrı ayrı organlara farklı güzellikler, zinetler vermekle “Sani, Bari” isimlerini gösteriyor.
Kadın ve çiçek: Letâfetleriyle o zinet ve güzelliğe öylesine bir ayna oluyorlar ki o halleriyle “Ya Lâtif, Ya Kerîm” diyorlar.
Kadın; sevimli evlâtları, güzel ahlâk ve seciyeleriyle, çiçek de leziz meyveleriyle “Ya Vedud, Ya Rahim, Ya Mün’im” diyorlar.
Kadın ve çiçekteki bu nimetlendirme ve ihsan hadisesi “Ya Rahman, Ya Mennan” isimlerini gösteriyor.
O meyve, çocuk ve ahlâk nimetlerinde öyle bir güzellik görünüyor ki onların karşılığı ancak hakikî bir şevk ve şefkatle yoğrulmuş halis bir şükür ve safi bir muhabbet olur.
O haliyle kadın ve çiçek, “Ya Cemîl-i Zülkemal, Ya Kâmil-i Zülcemal” der.
İşte sadece güzel bir çiçekle, iffetli, izzetli bir kadın maddî ve zahir olarak bu kadar çok esmâyı gösterirse, acaba umum çiçekler, umum kadınlar, umum insanlar ne kadar ulvî ve küllî esmayı okutur. Düşünebiliyor musunuz?
Bediüzzaman Hazretleri misâlini şöyle bitirir: “Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan Cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmâyı açıkça okuyabilirsin, isimlerin cilvelerini ve nakışlarını anlar görürsün.”
Sırları çözebilmek
Evet, Esmâ-i Hüsna varlık âleminde çözmemiz gereken bir sır. Keşfettiğimizde hem kendimizi, hem yaratılış âleminin gizemlerini fark ediyoruz.
“Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin” âyetinin bir sırrını Bediüzzaman Hazretleri 32. Söz’ün Üçüncü Mevkıfında böyle çözer.
Aynada aksimizi seyrederken, çocuklarımızı okşarken, gündemden düşmeyen kadınlar âlemi ile ilgili konuları takip ederken bu sırrı hep hatırımızda tutsak dünyamız her daim cennet misâl olurdu.
Ne dersiniz?
Esmâ-i Hüsnâ’dan bir demet
Musavvir: Her şeye kendine lâyık güzel şekil ve sûretler veren Allah.
Mukaddir: Her şeyin kıymetini biçip takdir eden Allah.
Munazzım: Her şeyi en güzel bir şekilde tanzim eden Allah.
Sani: San’atla yaratan Allah.
Bari: Aza ve cihâzâtları birbirine münasip, kâinattaki umumî nizam ve gayelere yardımcı ve münasebettar olarak halk eden Cenâb-ı Hak.
Lâtif: Çok lütuf ve ihsanda bulunan Allah.
Kerim: Kimseye muhtaç olmayan, sonsuz ikram ve gerçek zenginlik sahibi olan Allah.
Vedud: Kullarını çok seven ve şefkat eden, kendine çok sevgi beslenen mânâsında Allah’ın bir ismi.
Rahim: Sonsuz merhamet sahibi ve mahlûkata çok şefkat eden Allah.
Mün’im: Herkese lâyık bol rızık ve nimet veren Allah.
Rahman: Çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
Mennan: En çok nimet veren Allah.
10.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|