Şefaat, bir başkası adına yardım talebinde bulunmak, ricada bulunmak anlamına gelir. Yine şefaat, bir mü’minin günahının bağışlanması için Allah’a yalvarmaktır. Rütbe ve makam itibariyle yüksek bir mevkide bulunanın daha yüksek bir makamdan kendisinden daha aşağıda bulunan birine aracı olması anlamına da gelmektedir. Şefaat edene şefî’ ve şefaat edilene meşfû’ denir. Şefaatin çoğulu şüfeâ’ kelimesidir. (Rağıb el-Isfahani, Müfredat el-Garibu’l-Kur’ân, s.263)
Şefaat, mü’minlerin, iman ile kabre girenlerin kurtuluşu içindir. İslâm bilginleri şefaatin, azabı hak edenlerden azabı kaldırmak ve günahlarını bağışlamak için olduğunu söylerler. Bu da iki şekilde olur. Birincisi henüz cehenneme girmeyen mü’minlerin cehenneme girmelerine engel olmak ve cehenneme girmiş olanların da cehennemden kurtulmalarını sağlamak şeklinde tecellî edeceğini belirtmişlerdir. Ahirette Peygamberimizin (asm) Allah’a duâ ederek yalvaracağını, yüce Allah’ın da bu duâsını kabul ederek ümmetini kurtaracağını ve Peygamberimize (asm) bağışlayacağını ifade ederler.
Şefaat etme yetki ve iznini verecek olan Allah’tır. Nitekim Allah’ın izin ve müsaadesi olmadan ve yetki vermeden hiç kimsenin şefaatte bulunamayacağı Kur’ân-ı Kerîm’de Âyete’l-Kürsî’de sabittir. (Bakara, 2:255) Peygamberimiz (asm) “Her peygamberin Allah katında makbul bir duâsı vardır. Diğer peygamberler bu duâyı yapmada acele ettiler. Ben ise duâmı kıyamet günü ümmetime şefaat için sakladım. Ümmetimden şirk koşmadan ölen büyük günah işleyenler için şefaat edeceğim” (Müslim, Cenâiz 102-103; Buhârî, Deavât 1; Müslim, İman 334-342; İbn Mâce, Sünnet 37; Tirmizî, Deaavât 141; Ebû Dâvud, Sünnet, 4739; İbn Mâce, Zühd, 37; Tirmizî, Kıyame, 11, Hadis no: 2435) buyurmuşlardır.
Kâfirler ve inkârcılar için şefaat yoktur. Kur’ân-ı Kerim’de şefaatin olmayacağını ifade eden âyetlerin tümü kâfirler için şefaatin söz konusu olmayacağını belirtir. İnkâr edenlere şefaat kapısı kapalıdır. Nitekim yüce Allah kâfirlere hitaben “Allah’tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: ‘Ya onlar, hiçbir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?’ De ki: ‘Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’nun huzuruna döneceksiniz.’” (Zümer, 39:43-44) “Dinlerini oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatının kendilerini mağrur edenlere bakınız. Allah’tan başka ne bir velisi ve ne de bir şefaatçileri vardır. Her türlü fidyeyi verseler de bu artık onlardan kabul edilmez.” (En’am, 6:70) “Allah gökleri ve yeri, ikisinin arasındakileri altı günde yarattı, sonra arşa istivâ etti. Sizin O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?” (Secde, 32:4)
Peygamberler bile kâfirlere şefaat edemeyeceklerdir. Onlar lâyık oldukları cezalarını çekeceklerdir. Yüce Allah “Kâfirlere ben Cennetimi haram kıldım” (Buhari, Tefsir, 6, 26; Enbiya, 8; Rikak, 45, 53; Müslim, Fedail, 9) buyurmuştur. Ancak Ebû Talib’in Peygamberimizi (asm) himaye etmesinin mükâfatı olarak, onun o gayet ciddi, o şahsî şefkati ve muhabbeti elbette zayi olmayacaktır. Evet, ciddî bir sûrette Cenâb-ı Hakkın Habib-i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebû Talib’in, inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyâta binaen makbul bir iman getirmemesi üzerine, Cehenneme gitse de, yine Cehennem içinde bir nevî hususî Cenneti, onun hasenâtına mükâfaten halk edebilir. Kışta bazı yerde baharı halk ettiği ve zindanda uyku vasıtasıyla bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî cehennemi, hususî bir nevi cennete çevirebilir. (Mektubat, 2004, s.657-658)
Kâfirler için nazil olan bu âyetleri halis mü’minlere hitap ediyormuş gibi yorumlamak kasıt eseri değilse, elbette çok büyük bir çarpıtmadır. Peygamberimizin (asm) hadislerine baktığımız zaman şefaatin ahirette mü’minlere ne derece rahmet eseri olduğu görülecektir.
İlk şefaat edecek ve şefaati kabul edilecek olan Peygamberimizdir. (Müslim, Fedail, 2) Bu şefaat, mahşer halkının hesaba çekilmeye başlaması ve mahşerin sıkıntısından bütün insanlığın kurtulması şeklinde olacaktır. Bu durum, Cenâb-ı Hakk’ın, Peygamberimizin (asm) Kendi katındaki değerini bütün insanlığa göstermesidir. Bütün peygamberler mahşerin sıkıntısı ve Cehennemin mahşer halkına hücumu karşısında “Allah'ım selâmet ver” diye korku ile diz üstü düşerek Allah’a yalvaracaklardır. İnsanlığı bu dehşetli durumdan kurtaracak olan Peygamberimizin (asm) Arşın altında Allah’a şefaat talebi olacaktır. Peygamberimizin (asm) büyük şefaati budur. (Buhari, Rikak, 52; Müslim, İman, 81) Ahirette insanlar hesaba çekildikten ve ameller mizandan geçirildikten sonra peygamberlere şefaat yetkisi verilecektir. (Buhari, Rikak, 45; Tevhit, 33; Müslim, İman, 81; Ebu Davud, Cihad, 26) Her peygamber kendi ümmetine şefaat edecektir. (Buhari, Tefsir, 18) Bu şefaat yetkisi “Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediğinin günahını affeder” (Nisa, 4:116) âyeti gereğidir. Elbette bu, Peygamberimizin (asm) buyurduğu gibi imanlı olanlardan büyük günah işleyenlere olacaktır. (Buhari, Rikak, 51; Ebu Davud, Sünne, 20)
Hz. Peygamber’in (asm) şefaati ile sorgu ve suâle tabi tutulmadan Cennete girecekler olacağı gibi (Buhari, Tefsir, 18; Müslim, İman, 84); büyük günahları sebebi ile Cehenneme giren ve kalbinde zerre kadar imanı bulunan mü’minler için de olacaktır. Peygamberimizin (asm) duâsı, ricası ve şefaati ile yüce Allah, Cehennemden mü’minleri tamamen çıkaracak ve Cehennemi ateş ile doldurarak müşriklere ve kâfirlere kurtuluş ümidi bırakmayacaktır. Peygamberimizin (asm) bu şefaat yetkisine “Makam-ı Mahmud” adı verilir. (İsra, 17:79; Buhari, Tevhit, 24; Müslim, İman, 84) Peygamberimiz (asm), bu yetkisinin bir kısmını ümmetinden âlimler, hâfızlar ve şehitlere devrederek onların da yakınlarına şefaat etmelerine imkân vererek, onları da şefaat ile şereflendireceği hadisler ile sabittir. (Câmiu’s-Sağir, 2:505)
Cennette mü’minlerin derecelerinin yükselmesi için de Peygamberimizin (asm) şefaati olacaktır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Cennette insanların ilk önce şefaatte bulunanı benim” (Müslim, İman, 85) buyurmuşlardır.
10.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|