Soljenitsin’in ölümü üzerine
ALEXANDR Soljenitsin, 3 Ağustos 2008 tarihinde ölmüş. Tabiî, bu zatın kim olduğunu herkes bilmeyebilir, bilinmeyebilir de. Ama, biraz bizim ilgi alanımızda olduğu için, ölüm haberi dikkatimi çekti ve beni yıllar öncesi bir hatıraya götürdü.
Sovyetler Birliğinin en şiddetli ve güçlü olduğu 70’li yıllarda, büyük deccal olan komünizme karşı alerjimiz olduğundan hem oradan, hem de Türkiye’den, komünizm ile ilgili yapılan haber, havâdis ve diğer gelişmelere dikkat ediyorduk ve dört gözle de komünizmin yıkılacağı günü bekliyorduk. (Allah’a şükür o da tahakkuk etti ve Üstadımızın istikbale dair bir ihbarı da gerçekleşmiş oldu).
İşte o dehşetli günlerde, özellikle Rusya’dan muhalif sesler de yükseliyordu. Kırım Tatar’larından Mustafa Cemiloğlu ile Rusya’dan Alexandr Soljenitsin bunların başta gelenleriydi.
Soljenitsin, bir Rus olması hasebiyle ve kendisi de Rus ordusu subaylarından olduğundan iç yüzünü iyi bildiği komünizmin, yanlış ve hatalarını söylemekten çekinmeyen bir hakperestlik sergiliyordu. Stalin’in, Lenin’in yanlış yaptığını söyleyebilecek kadar da çekinmiyordu. Ama, gel gelelim kapalı bir sistemde, demirperde içerisinde elbette ki bu rejim muhalifliği yanına bırakılmayacaktı. Dışarıya da çok bilgi sızmadığından, sonradan öğrenilebildiği kadarıyla, bu yaptıklarından dolayı hem sürgün, hem de hapis ile cezalandırılmıştı. (Bütün despotizmlerin, muhaliflerine reva gördüğü muâmele aynı.) Ama o, yapılanlardan yılmıyordu. Sibirya’daki esir kamplarının anlatıldığı “Gulag Takım Adaları” adlı eseri Batıya kaçırılıp, 1973 yılında Fransa’da basılınca, kıyamet koptu. Batı dünyası SSCB’deki bazı bilinmeyenleri de öğrenince, Rusya telâşa kapılıp, hop oturup, hop kalkınca bizim yerli yardakçılar da, üzülerek Moskova ağzıyla konuşmaya başladılar.
İşte o yıllarda sol bir gazetenin yazarı, bunu diline dolayarak, hem Soljenitsin’i yerden yere vurmuş, hem de hür dünyaya ateş püsküren bir yazı yazmıştı. Biz de ona karşılık Yeni Asya’da, iki gün devam eden “Soljenitsin dâvâsı” başlığıyla iki yazı yazarak, hem o yazarın görüşlerinin yanlışlığını anlatmış, hem de kendi görüşlerimizi beyan etmiştik.
İşte, benim Soljenitsin ile ilgilenmem de bu hatıraya dayanıyordu. Ve o yazının sonunu, şöyle bağlamıştık:
“Hülâsa: Bu bir Soljenitsin, şu veya bu dâvâsı değil. Bu, asırlardır imanla muharebe halinde bulunan, küfrün şu asırdaki tecessüm etmiş şekli olan ‘komünizm’ ile, bunun en büyük hasmı olan iman’ın, İslâmın dâvâsıdır. Fakat, artık perde yırtılmış, hakikat zuhur etmeye başlamıştır. Komünizm, artık son demlerini yaşıyor. Kuzeydeki sarayın çatırtıları duyuluyor. Artık, asırların kıt’ası hakikata inkılâb edip, İslâmiyet’e teslim olmak üzeredir.”
Tabiî, komünizmin en zirvede olduğu bir zamanda—ki o zamanlar yıkılması belki hayal bile edilemezdi—, yirmi yaşlarında bir genç olarak bunları söylememizin en büyük sebebi, Üstadımızın “Rus da dinsiz kalamaz!” sözü idi.
|
Osman ZENGİN
10.08.2008
|