Son sıralarda dev isimler birer ikişer aramızdan ayrılıyor, dünyadan göçüyor. Bunların en sonuncularından birisi şüphesiz Filistinli Şair Mahmut Derviş oldu. Ondan önce Mısırlı düşünür Abdulvehhab el Mesiri de bu hamuşanlar kervanına katıldı. Son klâsik Soljenitsin’in sadası ise bitmek bilmiyor. Ülkemizden de Erdem Beyazıt ve tarihî Üsküdar’ın son bekçisi Ahmet Yüksel Özemre de bu kervanın son salikleri arasında yerlerini aldılar. Hepsine değinemedim. İçlerinde en yakından tanıdığım Abdulvehhab el Mesiri idi onu da bir İstanbul ziyaretinde tanıdım. Ötekiler Türkiyeli olsa da; ancak uzaktan uzağa temaşa ettim. Ahmet Yüksel Özemre bunlar arasındaydı. Bu yazının kahramanı ise zaman zaman eski ismiyle Haktaş Dergâhın’da (Ebuzziyafe Şevket Demirci Bey’in mekânı) karşılaştığım Bandırmalı Ali Efendi (Öztaylan). Son yıllarda dergâhla biz hem fizikî hem de metafizikî anlamda uzak düştük. Elbette ayrılık gayrılık anlamında değil. Hamdolsun kalplerimizde tenafur hali yok. Dergâhı biraz boşlamıştık. Karşı tarafta bir sanayi sitesine taşınmıştı. Oysa ki Gaziosmanpaşa günlerinde neredeyse ayağımız kesilmezdi. Böyle bir fizikî engelimiz yoktu. Ali Öztaylan Ağabeyi Gaziosmanpaşa’daki dergâhtan tanımalıyım. Birçok kez görüşmüş ve kendisini dinlemiş olmalıyım. Ama şimdi neredeyse kendisini sis perdelerinin ardından hatırlıyorum. Vefatını ilk önce gazeteye giderken yolda iken Almanyalı Selim’den haber aldım. Sonra Mümin Vatansever Ağabey Bandırmaya cenazesine yetiştiğini söyledi. Daha sonra Şevket Eygi Bey de cenazeyi anlattı. Teşyi ve tevdi edenler arasında yine eski dostlarından Şevket Demirci Bey de varmış. Esasında maksadım onun cenazesini anlatmak değil. O nesillerin ve kâmil insanların tükenmekte olduğunu ve yerlerinin doldurulamadığını nazara vermektir. Kendisi kudve-i misal ve temsil makamında bir zat idi. Artık örnekler nesli kalmadı. Dünyevileşme, ümmet-i Muhammed’in manevî damarlarını kuruttu.
***
Vefatından sonraki Cuma günü Sefa Saygılı eski ismiyle Haktaş Dergâhı’nda Ali Öztaylan Ağabeyi anma gecesi tertipleneceğini söyledi. Bu anma gecesine katılmadan da Ali Ağabey gibilerin kuşağını nazara vermek istiyordum. Ali Öztaylan gibiler zaten her nesilde kibrit-i ahmer hükmünde nadirattan idiler. Ama bizim nesilde giderek daha da azalıyorlar. Bu zevata Mevlânâ, ‘zamanın Cüneyd’i’ derdi. Cüneyd bütün güzelliklerin camisi ve hakkın serdengeçtisidir. Hak erlerinin diğer ismi Cüneyd idi. Mevlânâ’ya kadar hikmetten nasibi olanlara zamanın Cüneyd’i denilirdi. Mevlânâ’dan sonra da zamanın Mevlânâ’sı tabiri yerleşmiştir. Cüneyd alperendir. Sırların ve sınırların bekçisi. Arapça Mehmetçik’in karşılığıdır. Cüneyd rical-i gaybın ve erenlerin önde gelen isimlerinden birisidir. Cüneyd ‘seyyidu’t taife’ yani erenlerin piridir. Ali Öztaylan’ın da bu makama bakan bir yüzü olmalı. Zaman’daki ölüm haberinden öğrendiğimize göre Ali Öztaylan, Cüneyd ahvalini takınmış bir insandı. Ali Efendi, yıllar önce Ali Haydar Efendi hakkında ulaşabildiği malûmatı toplayıp bir deftere kaydetmek isteyen ve bunun için kendisine de müracaat eden bir gence şu cevabı vermişti: “Ricalin hangi halini kaydedeceksiniz? Onlar bir anda sayısız âlemleri seyrederler. Yazılıp çizilenler kuru kuruya zahiri malûmattan ileriye gidemez. Yine de bu hususları ciddî mânâda araştırıp kayda geçirmek lâzımdır…” Bu Cüneyd’in de cevabıdır. Ali Öztaylan’ın cevabı Cüneyd’i kendisine tevhidden soran birisine verdiği aynı cevaptır. Birisi Cüneyd’e tevhidin sırrını sorar. O cevabını verir ve çok hoşuna gider ve söylediği sözü kaydetmek ister. Sözünü tekrar etmesini istirham edince bu defa Cüneyd başka bir makamda başka bir cevap verir. Bunun üzerine soran kişi (sail) öncekini yazamadığını söyler. Bunun üzerine Cüneyd tevhidle alâkalı bir üçüncü makamdan bahseder. Bunun üzerine soran der ki; ‘Ne yapayım kaydedemiyorum siz birinci makamda kalın…” Bunun üzerine Cüneyd dile gelir ‘Söz benden sadır olsa ve ezberimden olsa hay hay. Ama öyle değil…” Cüneyd muhatabına sözlerinin sunûhat tarzı olduğunu anlatmak ister.
***
San'atçı da böyledir. İlhamla yazar ve yapar. Zahirde bir hattat hep aynı tarzda yazar. Fakat derin tetkik ettiğinizde hepsinin ayrı ayrı olduğunu görürsünüz. Tornadan çıkmış gibi değildir. Makamdan içeri makam vardır. İbn-i Arabi bu sırra ‘halk cedid’ der... ‘Tecdidu’l halk fi külli anat”: Her anda; salise, rabia ve hamiselerde yani saniyenin bölümlerinde dahi yeni yaratmalar vardır. Mevlânâ ve ondan sonra Şeyh Galip’in ‘Cancağızım şimdi yeni şeyler söylemek zamanıdır…” demesi de işte bu sırrı ifade eder Kur’ân-ı Kerim de hep bize yeni şeyler söyler. Çünkü o lisan-ı gaybdır. Kur’ân-ı Kerim’in bu özelliğini en güzel Üzeyir Garih ifade etmiştir. Şöyle der: “Herkes kendine göre tefsir ediyor âyetleri. Arapça çok zengin bir lisandır. Piyanoda, ‘do’ ile ‘re’ arasında bir diyez ve bir bemol vardır. Halbuki, kemanda ‘do ile ‘re’ arasında, yorumlama durumuna göre, sonsuz aralıklar bulunur…”
Kur’ân kemana değil keman Kur’ân’a benzetilebilir. Yine keman kaşlı değil ama keman sözlü şahsiyetlerden birisi de Cüneyd idi. O bütün makamlardan seslenirdi. Dolayısıyla sözleri tekrar değildi ve dinleyene asla bıkkınlık vermezdi.
Bugün Cüneyd’i anlattık yarın Cüneydleri anlatalım.
Not: ‘Ergenekon İmamı ve teflon Baykal’ yazısında sehven Kanaltürk yerine Habertürk ibaresi yazılmıştır, doğrusu Kanaltürk olacaktır düzeltir, özür dileriz.
11.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|