"Gerçekten" haber verir 11 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Şu dünyanın çivisi

Anlatılır ya, bir alkolik ile bir dindar İstanbul’a bir gezi yapmışlar. Döndüklerinde onlara sormuşlar: “İstanbul’da ne gördün?” Alkolik olanı, meyhanelerden söz etmiş; sanki İstanbul meyhanelerden ibaretmiş. Dindar olanı ise, İstanbul’da gördüğü camileri anlatmış; onun gözünde de İstanbul âdeta camiler şehriymiş…

İnsanlar böyledir, gördükleri dünyayı anlatırlar, fakat aslında kendi inançlarından, düşünce ve görüşlerinden haber verirler. Dünyadan insana kalacak olan ve beraberinde götüreceği de bu inançlarıdır zaten.

Münker ve nekir melekleri de, belki bir tanıdığımızın sûretinde bize geldiklerinde, “Dünyada ne gördün?” mânâsında sorular soracaklar. Asıl söyletmek istedikleri de dünya değil, bizim fikir ve inançlarımız olacak.

Allah’ın dünyayı bir imtihan yeri olarak yaratırken sergilediği hikmeti, düşünen bir insana, derin bir hayret ve hayranlık duygusu yaşatır daima: İsteyen her şeyi istediği gibi görüp, istediği şekilde inanabiliyor; inandığı gibi de yaşayabiliyor. Çünkü insanlar dünyada imtihan oluyorlar. Ya da diğer ifadeyle, kendilerine verilen özgür iradeleriyle, hayatlarını ve kendilerini şekillendiriyorlar. Zerre kadar başıboşluğun olmadığı bir âlemde, tercihlerde şahane serbestiyet var. İsteyen bardağın dolu tarafını görüyor, isteyen boş tarafını. İnsanlar özgür bırakılmış; ama başıboşluğa terk edilmemiş.

İmtihan olmanın, ilk bakışta insana olumsuz bir anlam çağrıştırması bizim kasır nazarımızdan. Aslında bu sınanmanın, gelişme ve ilerleme tabiatında yaratılan insan için olumlu bir fonksiyonu var. Çünkü seçtiği doğru cevaplarda, kendini geliştirmenin de yolunu bulur insan.

Yaşadığımız dünya iyiler ve kötülerle, güzel ve çirkinlerle, faydalı ve zararlılarla dopdolu. Sınav kâğıdındaki doğru ve yanlış şıklar gibi, hayır ve şerrin karışık olduğu bir dünyada sınanıyoruz. Her adımda yol ayrımlarına gelip ince hesaplar yapmak durumunda kalmamız bundan. Yapacağımız iş, doğru cevabı bulup ilerlemek. Şu dünya imtihanı aşamasını geçene kadar da rahat yok bize. İyiler ve iyilikler de, kötüler ve kötülükler de bizim bu sınavımızda sorularımız. Bunlara karşı sergilediğimiz tutumlarımız, hesap defterimizin muhtevası olacak. Ömrümüzü o iki kapak arasında bulacağız.

Aynı dünyada, aynı havayı soluyup, aynı güneşin altında ısınıyoruz, ama konu, düşünce ve kanaatlerimize geldiğinde ayrılıyoruz. Bu ayrılma imtihan sürecinin işlediğini de gösteriyor bize. Bu imtihan salonunu biz açmadığımız gibi, soruları hazırlayan da biz değiliz. Verdiğimiz cevapların bize göre doğru olması da, onların gerçekten doğru olduğunu göstermez. Sınava giren bir öğrenci gibi, insanlar da bu sınavlarında, ya cevap veremeyecekler, ya yanlış cevapları seçecekler ya da öğretmenini iyi dinlemenin avantajıyla doğru cevapları verebilecekler.

Kimisi, varlıkların, nasıl güzelce yaratılıp beslendiğini görecek, kimisi de ölmesini..

Birisi şifa verilmesini görecek, bir başkası hasta olmasını..

Bazıları, “dünyanın çivisini çıkmış,” görecek; kendince her şeyin kontrolsüz bir halde rastgele hareket ettiğine hükmedecek. Nasıl olsa ortam böyle deyip, bazısı bazısını dolandıracak, bir diğeri bir insanın canına kastedebilecek, öbürü de onun bunun kuyusunu kazacak…

Bir başkası ise, her şeyin bilerek yapılıp mükemmel bir düzen içinde idare edildiğini görecek. Her yaptığı, kendi hafızasına yazıldığı gibi, hesabını vereceği gün karşısına çıkmak üzere kaydedildiğini anlayacak. İmtihan kâğıdına herkesin istediğini yazmasının, orasının çivisinin çıktığını göstermediğini fark edecek… Önemli ya da önemsiz görünsün, her varlığın belli bir görevi ve amacı olduğuna şahit olup, kendisinin de başına buyruk olamayacağını anlayacak...

Bildiğimiz gibi, bu dünyadan maksat insanların denenmesi. Her insan, ömrü boyunca adım adım kendini ortaya koyuyor, defterini yazıyor. İmtihanın gereği olarak, seçimlerini özgürce kendileri yapsınlar diye kimseye dokunulmuyor. İnsanlar da yolunu seçip, kendisine verilenleri o yolda harcıyor:

Ya her şeyi karmakarışık görüp başıboş, sahipsiz zannediyor ve hayatını da hiçbir hesap vermeyecek gibi yaşıyor.

Ya büsbütün talihsiz bir yol seçerek, kâinatın her şeyiyle ilmine ve kudretine şahitlik ettiği Yaratıcıyı inkâr ediyor. Özel hayatı için kabul etmediği, müdahaleleri, kendi kendine oluvermeleri.. kâinat için kabul ederek, akla ziyan bir yol seçiyor.

Ya da peygamberlerden öğrendiği gibi, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu bilerek, yaptıklarının hesabını verme hassasiyeti ile yaşıyor.

Aslında biz iyi de görsek, kötü de görsek dünya değişmiyor. Değiştirdiğimiz ve şekillendirdiğimiz sadece kendi düşünce ve inançlarımız. Gücümüz de ancak onları etkilemeye yetiyor. Dünyanın çivisini takmaya, çıkarmaya bir etkimiz yok, yetkimiz de. Ama kendi inanç ve düşünce dünyamızın çivisi bizim elimizde…

SUAT ÜNSAL

11.08.2008


Yeryüzü sofrası

Dünyada yüz binlerce bitki ve yüz binlerce hayvanın yaratıldığını gözlerimizle görüyoruz. İnsan ise bunlardan daha farklı ve üstün bir varlık olarak yaratılmıştır. Her canlının bir hayatı vardır. Yine her canlının hayatının devam etmesi için rızıkları ortaya serilmiştir. Denizin dibindeki canlılardan tutun da dağların zirvesindeki canlılara kadar hepsinin rızıkları mükemmel bir şekilde gönderilmektedir.

Küçücük bir sofrayı hazırlamak ve birkaç misafirimize yemek ikram etmek bile bazen saatlerimizi alır. İmkânlarımızı kullanmakta zorluk çekeriz. Hâlbuki görüyoruz ki birbirinden farklı bitkiler ve meyveler, hem kendi hayatlarını devam ettirmeleri, hem de çiçek, tohum ve meyve verebilmeleri için rızka muhtaçtırlar. Varlıklarını topraktan belli oranlarda aldıkları mineraller vesilesiyle devam ettirmektedirler.

Dikkat edersek, bitkiler topraktan beslenmektedir. Hayvanlar ise genel olarak bitkileri yiyerek hayatlarını sürdürmektedir. İnsanlar ise hem bitkilerden, hem hayvanlardan istifade edip gıda almaktadır. Burada şunu anlamak mümkündür. İnsan merkezdir. Her şey insana hizmet etmektedir. Bakara Sûresi’nde insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi, seçkin bir temsilcisi olduğu anlatılmaktadır…

İnsan akıllı, şuurlu, üstün bir varlıktır. İnsana verilen akıl ve diğer duygular, bunu ispat etmektedir.

Bizlere küçük bir hediye gönderilse, vereni merak eder ve ona müteşekkir oluruz. Bir mektup gönderilse veya bir mesaj gönderilse merak edip ilgileniriz. Her sene, her mevsim gözlerimizin önüne serilen meyveler, yiyecekler bir mektup, bir mesaj değil midir?

Elbette insana mideyi kim vermişse, tatma duyusu olan dili kim takmışsa, ona gerekli yiyecekleri gönderen de odur.

İnsanın midesi ve dili olduğu halde yiyecekler olmasaydı, dil ve midenin bir anlamı olur muydu? Ya da her türlü nimet ve yiyecekler olduğu halde mide yaratılmasaydı, bu nimetleri tartacak ve tadacak diller olmasaydı, o zaman bu nimetlerin bir kıymeti kalır mıydı?

Öyleyse midenin ihtiyacını bileni ve dile lezzet alma hissini vereni düşünmemiz gerekmez mi? Gözlerimizin önüne serilen bu yeryüzü sofrasındaki harika nimetleri bizim için yaratan Allah’a şükretmek için ne bekliyoruz?

Mülk Sûresi’nin yirmi üçüncü âyetinde Yüce Mevlâ’mız “Ne kadar az şükrediyorsunuz?” buyuruyor ve bizi şükre dâvet ediyor.

Ey Rabbimiz! Sana şükretmekte bizler aciz kalıyoruz. Yarattığın her bir nimet ve varlıkların ihtiyaçları sayısınca sana şükürler olsun. Bizleri şükür ile yaşat ve şükredenlerden eyle.

MEHMET ERBAŞ

11.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır