Ahd, yemin etme, söz verme, bir şeyi korumak anlamına gelmektedir. Dinî literatürde “Ahd-ü Misak” şeklinde geçer. Vefa ise verilen söze uymak ve gereğini yapmak demektir. Verilen söze uymamak ise vefasızlıktır. Vefalı davranan kimseye “vefakâr” denir.
Ahde vefanın en önemlisi ve en birincisi “Bezm-i Elest”te Allah’a verilen “Sen bizim Rabbimizsin, biz de senin kullarınız” diye verilen “kulluk” ahdidir. (Â’râf, 7:172) En büyük vefakârlık ise, Allah’ı tanımak ve Allah’a verilen iman ve ibadet sözünü ifa etmektir. En büyük nankörlük kulun Rabbini inkâr etmesidir. Yüce Allah, Benî İsrail’in şahsında bütün insanlığa “Bana verdiğiniz sözde durun ki, size verdiğim sözde durayım” (Bakara, 2:40) buyurur. Sözler karşılıklı anlaşmadır. Anlaşmayı bozan taraf karşıdan verilen sözün tutulmasını bekleyemez. İman ve ihlâs, Allah ile yapılan ahit ve akittir. İhlâsını bozan, Allah’a karşı verdiği sözü ve yaptığı akdi bozmuş olur.
Yüce Allah Mâide Sûresine “Ey İman edenler! Sözlerinize bağlı kalın” (Mâide, 5:1) âyeti ile başlar. Mâide, maddî ve manevi nimetlerin envaını camî ilâhî sofra demektir. İnsanın Allah’ın rahmet sofrasından istifade etmesinin “ahde vefa ve söze bağlılık” ile sıkı ilişkisini yüce Allah böyle ifade etmiştir. İnsanın bezm-i elestte Allah’a verdiği sözü ifâ etmesi ancak gönderdiği elçilerine uymak ve onlara tabi olarak Allah’a itaat etmesi iledir. Yüce Allah, bu hususu “Allah’a verdiğiniz sözü yerine getiriniz” (En’âm, 6:152) âyeti ile insanlardan ister. Mü’minlerin vasıflarını sayarken “Onlar emanetlere riâyet ederler ve ahitlerini ifa ederler” (Mü’minûn, 23:8) buyurur.
Ahd ile yemin arasında fark vardır. Bir kimse yemini bozarsa kefaret ile bunu telâfi edebilir; ama ahdi bozmanın kefareti yoktur. (İbn-i Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 3:1174) Çünkü ahde vefasızlık, kefaret ile telâfi edilemeyecek derecede büyük bir vebaldir. “Ahd bir sorumluluk gerektirir.” (İsra, 17:34) Bu sorumluluğu yerine getirmemek insana asla yakışmaz.
İnananların peygambere olan ahdi ve biatı, doğrudan Allah’a olan ahiddir. “Peygambere biat, doğrudan Allah’adır. Allah’ın eli onların elleri üzerindedir. Kim bunu bozarsa kendi zararına bozmuş olur; kim de buna uyarsa Allah ona mutlaka çok büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih, 48:10)
Yüce Allah, kullarından bezm-i ezelde insan olarak yaratmış olmakla fıtrî olarak büyük bir söz almıştır. Diğer varlıklar da fıtratları gereği Allah ile sözleşme yapmışlardır ve onlar verdikleri sözlerine fıtratlarının gereğini yapmakla uymaktadırlar. İnsanın da fıtratı gereği Allah’a verdiği söz ve yaptığı anlaşma “iman ve salih ameldir.” İnsan “nisyandan alındığı için” bu sözünü nefsânî arzuları peşinde koşmakla unutmakta ve şeytan da onlara dünyayı hoş göstermekle bu sözlerini unutturmaktadır. Bu sebeple yüce Allah, rahmeti gereği peygamberleri ve kitapları ile insanlara sözlerini hatırlatmakta ve dünya için, oyun ve eğlence için yaratılmadıklarını hatırlatma gereği duymaktadır. Bu husus “Ey Âdemoğuları! ‘Şeytana tapmayın, o sizin en açık ve en büyük düşmanınızdır. Bana ibadet edin. Sizi doğruya götürecek yol budur’ diye ben sizinle ahitleşmedim mi?” (Yasin, 36:60) âyeti ile sabittir.
Ahde vefa göstermek imanın gereğidir. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Ahde vefası olmayanın, imanı ve dini yoktur” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, 9:231; Zehebî, Kebâir 108) buyurmuşlardır. Vefa, görülen iyiliği unutmamak ve iyilik yapana teşekkür etmekle kalmayıp minnet duymaktır. Allah’ın, insanı “ahsen-i takvim” üzere “insan” olarak yaratması ve ona insaniyet nimeti yanında “iman ve İslâmiyet” nimeti ile dünya ve ahiretin bütün nimet sofralarını önüne açması karşısında elbette bütün bu nimetlere aczi ve fakrı ile karşılık veremeyeceğinin şuurunda olarak imana ve Kur’ân’a sahip çıkması vefakârlığın gereğidir. Bunun zıddı ise “nankörlük”tür ki gerçekten “İnsan, Rabbine karşı nankördür.” (Âdiyât, 100:6) Nimetlerin değerine göre asla vefakârlık gösteremez ve hakkı ile şükredemez. Hiç olmazsa imana sahip çıkarak bu konudaki iyi niyetini göstermesigerekir. Allah’ın da kulundan istediği asgarî şey “imandır”. Ahde vefasızlık nifak alâmetidir. Kişinin kalben iman etmediğinin delilidir. (Tirmizî, İman, 14)
Devletin halkı ile münasebetlerinde de yapılan anlaşmalara riâyet etmesi çok mühimdir. Peygamberimiz (asm) “Bir kavim ahdinden dönerse Allah onlara düşmanları musallat eder” (Muvatta, Cihad, 26) buyurarak buna dikkatimizi çekmiştir. Yine Peygamberimiz (asm) “Beş şey toplumda yaygın hale gelirse artık o toplumda hiçbir hayır kalmamıştır. Bunlar: Zinanın yaygın olması, ölçü ve tartıda hile yapılması, zekât ile yardım edilmemesi, ahitlerin ifa edilmemesi, Allah’ın kitabı ile adalet üzere hükmedilmemesi” (Kütüb-ü Sitte Şerhi, 17:540) buyurur.
Yüce Allah, ahirette üç sınıf insana asla merhamet etmeyeceğini ve onlara rahmet nazarı ile bakmayacağını bize haber verir. Bunlar: “Allah’ın adı ile verdiği sözün gereğini yerine getirmeyen, hür insanı köle gibi satan, çalıştırdığı işçinin ücretini vermeyen..” (Tecrit Şerhi, 6:535) Bu hadis-i şerifte her üç davranışın da vefasızlık ile sıkı münasebeti olduğu açıktır.
14.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|