Hayatı bir magazin kültürü ile değerlendirirsek, hayatın ve insanın değerini düşürmek gibi büyük bir suç işleriz. Bu suçun cezasını da ağır bir bedelle kendimiz öderiz.
Kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzünden kalplerimiz kararır. Huzursuzluk ve bunalımın kuşatmasından ne kadar da çırpınsak kurtulamayız…
Bir masal kahramanı gibi olmaya kalkınca, hayatı da bir masal gibi yaşar insan!
İnsan korktuğu, yorulduğu, bunaldığı anlarda en çok neye ihtiyaç duyar? En çok neyi arar?
Her şeyi unutup, sorunları bir kenara bırakıp derin bir nefes almak ister.
Yaşadığı can sıkıcı olayları hiç yaşamamış olmak ister. O kötü olayların yerine, kendi senaryosunu çizdiği, elemsiz hayatı yaşamak ister…
İşte sanır ki o zaman huzuru bulabilir.
İnsanların büyük bir kısmı, bütün dikkatini olumsuzluklara yoğunlaştırmaktadır. Böyle olunca da huzursuz ve her şeyden şikâyetçi olur. Dikkatini hep kusur bulmaya yoğunlaştıran insan sevimli ve sevecen olmaktan uzaklaşır.
Bu uzaklaşma ise, insanın aradığı huzuru bulmasında ki büyük engeldir.
Çözümü bir de şunlarda arayalım;
-Önce, yaşadığımız hayatın üzerinden kem gözlerimizi çekelim. Gözlerimiz ne renk olursa olsun, hayata pembe gözlerle bakmayı başaralım.
-Sonra, yaşadığımız hayat hakkında, konuşmaya başladığımız da şom ağızlarımızı tutalım.
Bunları başarabildiğimizde her şey yolunda gitmese bile, her şey pekâla güzel gidecektir. Hayatımızın her alanında kusursuzluk arayışından vazgeçtikçe, hayatımızın içindeki kusursuzluğu fark edip huzurun nerelerde olduğunu keşfedebiliriz.
Yaşananları nasıl yorumlar ve umarsak, karşılık olarak umduğumuzdan başka birşeyle karşılacak değiliz.
…“Haydi çevir gözünü, en küçük bir kusur görüyor musun?”
Galiba kusur sandıklarımız gerçekte kusur değiller.
Onlar, olması gerekenlermiş...
Göz kameralarımızı çevirerek bakınca kusurlar nasıl da kayboluyor.
Kusur, her şeye ters bakan gözlerimizdeymiş.
Doktor, ağır bir şekilde kendisine getirilen hastasına sorar.
“Geçmiş olsun, neyin var teyzeciğim?”
O anda kan şekeri dört yüzü aşmış olan hasta, yarı baygın bir şekilde “ Hamd olsun iyiyim evlâdım, biraz şekerim var da, o beni rahatsız ediyor. Ama buraya gelebildim ya çok şükür iyiyim.”
“Evet teyze görünüyor ki, şekerin biraz değil oldukça fazla. Ama sen gerçekten şeker gibisin. Hâlâ iyiyim diyebiliyorsun.”
Fıkra gibi değil mi? Hasta ve bitkin bir insandan duyduğumuz bu sözler !
Bunlar, hayattan alınanlardı… Bir fırka değil okuduklarınız. Yıllar önce annemle doktor arasında geçen bu konuşmaları, ben de sizin gibi hayranlıkla ve şaşkınlıkla dinlemiştim.
Dünya kurak bir çöl gibi, ıssız bir sahil gibi, insan; huzurlu olamazsa hep hasta ve bitkin yaşayacak hayatı…
Bize yediren içiren ve hastalandığımızda da iyileştiren birinin var olduğunu bilince, huzur içinde kalabiliriz…
Biz, bir tatlı huzur almaya geldik dünyaya...
13.08.2008
E-Posta:
|