"Gerçekten" haber verir 13 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Ümmetimin en hayırlıları, insanları Allah'a çağıran ve onları Allah'ın seveceği hallere teşvik edendir.

Câmiü's-Sağîr, No: 2081

13.08.2008


Birtek düşman yüzünden yüzer mâsum perişan oluyor

Evvelâ: Leyle-i Kadir’de kalbe gelen pek geniş ve uzun bir hakikate, pek kısaca bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Nev-î beşer, bu son Harb-i Umuminin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile; ve birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli me’yusiyetleriyle; ve gàliplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribâtlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantâziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın ve mahiyet-i insaniyesinin umumî bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sûreti görünmesiyle; elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak; ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şâkirdi bulunan; ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisânlarıyla beşere ders veren; ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren; ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarîhan ve işareten, on binler defa dâvâ edip haber veren; ve sarsılmaz katî delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi katiyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.

Sâniyen: Mâdem Risâle-i Nur, bu mu’cize-i kübrânın elinde, bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş; ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş; hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyâtı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda, hazîne-i Kur’âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka mehazı ve mercîi olmayan ve bir mu’cize-i mâneviyesi bulunan Risâle-i Nur, o vazifeyi tam yapıyor. Ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalâletin en sert kuvvetli kalesi olan tabiatı, Tabiat Risâlesi ile parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde, Asâ-yı Mûsâ’daki Meyvenin Altıncı Meselesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp, nur-u tevhidi göstermiş.

Elbette, bize lâzım ve millete elzemdir ki: Şimdi resmen izin verilen din tedrisâtı için, hususi dershâneler açılmaya izin verilmesine binâen, Nur şâkirdleri, mümkün olduğu kadar, her yerde küçücük birer dershâne-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi, herkes kendi kendine bir derece istifade eder; fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz. İmân hakikatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem Mârifetullah, hem huzur, hem ibâdettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek; ve yirmi senedir ediyor.

Hem hükümet, bu millet ve vatanın hayat-ı dünyeviyesine ve siyâsiyesine ve uhreviyesine pekçok faydası bulunan bu Kur’ân lemeâtlarına ve Kur’ân dellâlı olan Risâle-i Nur’a, değil ilişmek, belki tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffâret ve gelecek şiddetli belâlara ve anarşîliğe karşı bir set olabilsin.

Sözler, s. 140; Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 8

13.08.2008


Risâle-i Nur canlandırır…

Risâle okumalarımı azalttığım günlerden biriydi. Okumamış olmanın verdiği gaflet ile günlerim sıkıntı ile geçerken bir ‘okuma programı’ dâveti aldım. Programı yapacağımız yerin dağların bağrında, temiz çam kokularıyla bezenmiş olduğunu duymak programa katılma iştiyakımı arttırdı. Okumaya ne kadar da muhtaçtım…

Gençlik dönemlerimiz belki de nurları okumaya en muhtaç olduğumuz zaman dilimleriydi, ama gafletin büyük olması sebebiyle bu okumanın önündeki engeller de büyüktü. Bu engelleri itip kendini nurun kucağına atanları ise bambaşka âlemler bekliyordu; muhabbetle dolu yüzler, uhuvvetle kaynaşmış tertemiz gönüller...

Risâle okumalarına ilk başlayanlar gibi bir heyecan kaplamıştı kalbimi. Üstadın risâleleri yazdığı yerler gibi kâinatla iç içe olan bu mekân, okuma şevkimizi arttırıyor ve okunan yerlerin tesir derecesini arttırıyordu. Risâlelerden uzak kalmamla değişmişti her şeyin yüzü. Gözümü siyahî bir perde kaplar olmuştu… Nurdan gözlük almanın tam zamanıydı bu program.

Bulunduğumuz mekân her insanın fıtrî olarak arzulayacağı güzellikte bir yerdi. Sabah kalkınca karşımızda yeşil ve azametli dağları görüyorduk, soğuk beton yığınlarını değil. Tertemiz çam kokuları geliyordu uzaklardan, kulağımızda ise kuşların çeşit çeşit nağmeleri… Altımızda ise denize kavuşmak için akan vakur bir nehir: Göksu. Ve gece… Mehtabın aydınlattığı, aramızda gökyüzüyle hiçbir perdenin olmadığı mesut geceler…

Programımızda Asâ-yı Mûsâ mecmuâsını takip ettik bütün arkadaşlarla. Zira Üstadımız bunu bizim gibi mekteplilere tavsiye etmişti. Yaşamış olduğum kasavetli hallerin ağırlığından kurtulabilmek ve nurlu âlemlere aşina olabilmek maksadıyla programın ilk günü ‘İhlâs Risâlelerini’ okuma kararı aldım kendimce. Bundan sonra Asâ-yı Musa’nın nurlu sahifelerine giriş yaptım. Okudukça kalbimin yumuşadığını ve huzurla dolduğunu hissettim.

Okuma programları… Ne kadar güzel bir faaliyet; kalbe hitap eden dersleriyle, siması nurlu kardeşlerle çay içmekle, gecenin karanlığında aydınlık sohbetleriyle… Karanlığın artmasıyla ışığın parlaması arttığı gibi; ahirzamanın kasavetli, maneviyâttan yoksun ikliminde okuma programları daha ehemmiyetli gözükür gözüme. Risâle okumalarımız için belki de en uygun zaman dilimleri olan talebelik zamanlarını bu şekilde faydalı programlarla geçirmenin faydasına ve ehemmiyetine gönülden inanıyorum…

Risâle okumaya başlayanlar veya okumalarını gayretle takip ettirenler zaman zaman lâtif ve manidar tevafuklarla karşılaşırlar. Bu manidar ve lâtif tevafuklar kalbimizdeki inancı arttırır, şevkimizin ziyadeleşmesine vesile olur. Karşılaştığım küçük ama manidar bir tevafuku sizlerle paylaşmayı arzu ediyorum. Program günleri içerisinde sebepsiz olarak aklıma ‘Elhamdülillahi alâ in’âmih’ cümle-i mübareki gelmişti. Daha önce ezberimde olmadığı, sebebini ve meâlini bilmediğim halde sık sık tekrar ediyordum. “Bu hâle hem ben, hem kardeşlerim ve görenler hayret ediyorduk.” Üstadın ‘Risâle-i Nur ata et, arslana ot atmaz’ kelimelerini tekrarlaması gibi… Bu arada Asây-ı Musa’yı okumaya devam ediyordum ve imanımın arttığını hissediyordum. 8. Mesele’nin sonuna geldiğimde çarpılmış gibi oldum. Zira 8. Mesele’nin sonu bu mübarek duâ ile hitama eriyordu. Ne denir? Yine, Elhamdülillahi alâ in’âmih...

Yazımı, geçenlerde zihnimi meşgul eden bir mesele ile bitireyim. Millî takımımızın reklâmında geçen bir cümle, duyunca beni rahatsız etmişti. ‘Bunun için doğdunuz.’ Düşününce mantıksız birçok yargıyı beraberinde getiriyor bu cümle. Meselâ, spor hayatı biten bir insanın doğuş gayesi sona erdiği için ölmesi gerekmez miydi? Her neyse… Varoluş gayemizi en iyi bilen bizi yoktan var edendi ve Kur’ân’da “Cinleri ve insanları ancak Bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım” buyuruyordu. Asâ-yı Mûsâ’da ise “Hâdise-i Muhammediye (asm), bütün benî Âdemin en büyük hadisesi ve kâinatın en azametli meselesi olduğu” hakikati gözler önüne seriliyor. 3-5 aylık geçici hevesâtların yaratılış gayemize sebep olmasını söylemek akılsızlık olsa gerek. “Vallahi bunun için doğmadınız” demek hakkımız.

Niye doğduğunu öğrenmek isteyenler, Risâle-i Nur okuma programlarına katılarak akıl ve kalplerini tatmin eden cevapları bulabilirler…

Zübeyir ERGENEKON

13.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır