Hayat bazen öyle sıkar ki, iyi ki ölüm var dedirtir, geçiciliği şükrettirir… Geçmemiş olsa zaman, gamlar bu zayıf belle nasıl taşınır? Acz ne kadar büyük insanda, fakr ne kadar da belirgin benliğinde…
Ne isteklerini elde edebiliyor, ne de elinde olanı tutabiliyor; boşluğun rüzgârlarında mecalsiz ve cansız savruluyor…
Fehim perdeleri aralanıyor; bir şey olmamaktansa “hiç” olmak da bir şeydir… Hiçliğin varlığına erişmek hiç de kolay değil, kesret sularda boğulmuş biz “ben”ler için… Buz parçası erimesin diye kırk dereden kırk yıl su getiriyoruz; teviller, tasannular, kasıntılar, gösterişler, şirkâlûd riyakârlıklar… Konuşmalar kemalsiz, kelimeler iz’ansız, nazarlar fikirsiz, izahlar sığ, bakışlar bayağı…
Medeniyetten istifa eden ve “Beni dünyaya, çağırma ben onda fena buldum” diyen Bediüzzaman, hayata ölümle, ölüme hayatla meydan okumuş… Dünyanın fena yüzüyle bir bağı, medeniyetin fantezileriyle bir alâkası yok ki onlar ona zarar versin… Kıyafeti, hali, tavırları, tavizsizliği, fikirleri, hürriyet aşkı, hizmet şevki; ölümle hayat arasındaki ince perdeyi kaldıran iman derinliğine sahip olmasından…
Ölüme bir nefes kadar, hayata bir ömür kadar yakın… Sıkıntıların katmer katmer indiği demlerde, eğer ahirete iman olmasaydı hayattan çoktan istifa etmiştik mânâsında konuşur… Ondan başka dayanak, Ondan başka sığınak, Ondan başka tesellî edecek bir melce ve mence bilmediğinden yine imana koşmuş, yine imana çalışmış, imansızlığı en büyük yanılgı ve yangın saymış…
Dünyaya doludizgin koşulduğu, medeniyetten istifa değil istifadede yarışıldığı bir zamanda bulanık sularda bayağılaşıyor, bocalıyor, boğuluyoruz… Başımızı kaldırıp düne ve yarına bakabilme basiretini bulamıyoruz, kapıldığımız gaflet rüzgârlarda…
Sıksa da sıkıntılar, hayatla ölüm arasında tercih edecek kadar kendini hür hissedebilmek, iki an arasında salınabilme genişliğine erişebilmek, geçicilikte gerçeği görmek, Yunus gibi “Biz bu dünyadan gider olduk, kalanlara selâm olsun” diyecek kadar sekine sahibi olmak; dünyanın fena yüzünden kaçabilecek, zalim ve aldatıcı medeniyetten istifa ettirecek kadar iman zenginliğine sahip olmaktan geçer… Bunu elde etmeyi dert edinene, bir imanî meselenin inkişafı dünya ve içindekilerinden daha sevimli gelir…
Ne kadar sevilesi, ne kadar rahat bir hayat, ne kadar ünsiyetli bir ölüm, ne kadar yaşanılası bir ömür bu, böylesi inkişaflarla geçen… Kaybettiğimiz yitiğimiz; karanlık dünyanın, kirli medeniyetin kahredici ve kandırıcı kapılarını aşındırmakta değil, zerreden yıldızlara, en küçük hadiseden en büyük hadiseye, her hâlde imana menfezler açabilmekte, hayatı o hal ile yaşayıp o hal ile ölüme gülerek yürümekte…
Sağ salim ölüp, sağ salim dirilmek; sağlığında nefesleri imanla alıp verebilmekte… Yoksa dertler, sıkar da sıkar, nefes alamayacak duruma getirtir…
Gel ey nefis, Rahman’a olan imanını tazele, Resûl-i Ekrem’e (a.s.m.) olan biatını yenile; ne dertler, ne dünya, seni yıkamaz inşallah.
12.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|