Aradan 90 yıl geçmesine rağmen yakın tarihimiz hâlâ açıklanması gereken sorularla doludur. Bunlardan sadece bir kısmına değinecek olursam konunun önemi hemen ortaya çıkacaktır.
Şüphesiz İstiklâl Savaşının birçok kahramanı vardır. Fakat ne yazık ki bunlardan sadece belirli bir kısmını biliyoruz. Örneğin Bediüzzaman, Çerkez Ethem gibi nice meşhur zatlar yapmış oldukları hizmetlerinden dolayı ödüllendirilmedikleri gibi aksine iddialar sunularak gözden düşürülmeye çalışılmaktadır.
Bir savaşta emeği geçen en küçük neferden mareşale kadar herkesin takdir edilmesi gerekir. Zaten galibiyet ve başarılar bir kişinin değil bütün bir milletin malıdır. Şeref ve zaferi ne kadar çok kişiye dağıtırsanız o kadar büyük olur. Ne kadar dar bir zümreye veya kişiye mal ederseniz o derece küçültmüş olursunuz. Bu usûl gelişmiş batı ülkelerinde yaygın olup baskı ve diktatörlüğün güçlü olduğu ülkelerde ise neredeyse yok gibidir.
Tarih genellikle galip gelenlerin ve yönetime oturanların görüşleri doğrultusunda yazılmaya çalışılır. Bugüne kadar hep böyle oldu. Fakat artık neredeyse hiçbir şeyin gizli kalmadığı bir çağda yaşıyoruz. Günümüz insanı, DNA’ları inceleyerek yıllarca önce ölmüş insanların gerçek kimliklerini ortaya çıkarabiliyorlar. Bu sayede “öldürdük ve yok ettik” düşüncesiyle kendilerine göre tarih yazanların yalanlarını bir bir ortaya dökebiliyorlar.
Artık biz de çağa ayak uydurmak zorundayız. “Türk’ün Türk’e olan propagandası” oyununa bir son verme zamanı geldi. Unutmamak gerekir ki bu oyun, kendi ülkemizdeki insanları kandırmak için hâlâ geçerli olsa da globalleşen dünyada etkisini yitirmiş durumda. Çocuklarımız daha özgür ve bilimsel olarak olaylara yaklaşıyor. İdeolojik ve tarafgir bakış açısı ile geçmişteki olayları gençlerimize anlatmak ve ikna etmek neredeyse imkânsız gibi.
O halde biz de oyunu kitabına göre oynamalıyız. Yani tarihimizi hiçbir kişi ve zümrenin etkisi altında kalmadan bilimsel verilere dayalı olarak yeniden yazmamız gerekiyor. Aksi halde çağdaş dünyanın aşağılamalarına maruz kalacağız.
Bu önemli gerçekleri bir daha takdirlerinize sunduktan sonra konuyu tekrar İstiklâl Savaşına getirmek istiyorum. Evet, Osmanlı Devletinin yıkılıp yeni bir Cumhuriyetin doğmasına sahne olan bu savaşı yeterince tartışamamış bulunuyoruz. Şu ana kadar yapılan çalışmalar “nutuk” ve tek parti iktidarı süresince yönetimde bulunanların hatıralarına dayanmaktadır. Elbette bu eserler, tarihin gerçek bilgiler üzerine dayandırılması açısından büyük öneme sahiptirler. Bunların yok sayılması değil ama diğer kaynaklara da müracaat edilmesi bir zorunluluktur. Yok, eğer “ben sadece tek bir kaynağı esas alırım” diyerek tarih yazılmasına kalkışılırsa, aşağıda sadece bir kısmına değineceğim sorular karşısında acze düşüleceği açıktır.
İstiklâl Savaşı bir hafta veya birkaç ay sürmüş değildir. Eğer başlangıç tarihi olarak İzmir’in işgalini ele alırsak 3 yıl, yok eğer Musul ve Kerkük’ün işgalinden başlarsak 4 yıl sürmüştür. Bu süre zarfında yüzlerce irili ufaklı savaş olmuş bunlardan bir kısmından galip, bir kısmından ise mağlup çıkmışızdır. Eğer sadece galip geldiğimiz savaşları ele alır ve buna uygun tarih yazmaya kalkışırsak hata etmiş oluruz. Gerçekler ortaya çıkmaz, hayali kahramanlar üretmiş oluruz. Ayrıca mağlup olduğumuz savaşları araştırarak elde edilen zaferi küçültmeyiz. Bilakis sonuçta elde edilen başarının büyüklüğünü daha belirgin bir şekilde ortaya çıkarmış oluruz.
Şimdi akla gelen en basit soruları sormak istiyorum. İsmet İnönü, ki 1. ve 2. İnönü Savaşlarında cephe komutanıydı, niçin mareşal olmamıştı? Zaferle sonuçlandığı ileri sürülen bu savaşlardan sonra neden Yunan Ordusu geriye doğru atılmadı da tam tersi Ankara önlerine kadar geldi. Yoksa bu arada bazı savaşları kaybetmiş miydik?
Değerli yazar İsmet Bozdağ, bir kitabında Altıntaş Muharebesinden bahsediyor. Bu savaş sonucunda Batı Cephesi Komutanının hataları olduğu ifade ediliyor. Fakat bu savaşı ve daha nicelerini tarihe meraklı olan ben bile daha ilk defa duyuyorum. Demek ki neredeyse 4 yılı bulan ve milyonlarca şehit ve gazi kazandığımız bir dönemi atlamış olduğumuz ortaya çıkıyor.
Çerkez Ethem, İstiklâl Savaşının en önemli kahramanlarından biridir. Yunanlılara karşı kazanılan birçok zaferde ve Kuva-yı Millîyenin çok zor durumda kaldığı iç isyanlarda çok büyük yararlılıklar göstermiştir. Fakat kendi eserinde belirttiği gibi iktidar mücadelesinde mağlup olmuş, yerine geçen kişiler tarafından “hain” olarak damgalanmıştır. İster hain denilsin, ister kahraman olsun şu bir gerçektir ki İstiklâl Savaşının en önemli kişilerinden bir tanesidir. Bunu ne kadar inkâr edersek edelim gerçekleri gizleyemeyiz.
Bediüzzaman Said Nursî de bir İstiklâl Savaşı kahramanıdır. Savaş süresince İstanbul’da büyük hizmetlerde bulunmuştur. Kuva-yı Millîyenin başarısında en önemli imza sahiplerinden birisidir. İngilizler, hakkında “vur emri” çıkarmışlardır. Hatta onun bu kahramanca direnişi sonucunda halkın Milli Kuvvetleri desteklemesi sağlanmıştır. Daha sonra Ankara’ya davet edilerek törenle karşılanan Bediüzzaman, savaş ganimetlerinden yararlanmak yoluna gitmemiş milletine karşı en büyük hizmetin imanı güçlendirmek olduğunu düşünerek eserler yazmak yoluna gitmiştir.
İşte bu nedenlerle İstiklâl Savaşımızı yeniden yazmak zorundayız. Akla gelen sorulara makul cevap verebilmek için her türlü kaynağa müracaat etmeli ve ideolojilerden arındırılmış olarak tarihimizi yeniden yazmalıyız, vesselâm…
14.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|