Kâinatın her yerinde, bilhassa zemin sayfasında ve bu sayfanın her satırında, her kelimesinde ve her harfinde fıtrî meyelanın tezahürlerini görmek mümkün.
Bulutların teşekkülü, yağmur damlacıklarını yeryüzüne sünger-misâl serpmeleri, bir yerden bir başka yere seyr ü seferleri, çeşit çeşit bitkilerin ve ağaçların topraktan filizlenerek fışkırması, yüz binlerce mahlûkatın hayat bularak çoğalması, dağların altında depolanmış suların çeşmelerden düzenli bir şekilde zemin yüzüne akıtılması, bu çeşmelerin mevcut hayata hayat katması ve hayata lâzım olan çeşit çeşit mahsülâtı beslemesi, idame ettirmesi, vesâire…, bütün bunlar fıtrî meyelanın cûş u hurûşla birer tezahürüdür. Bu meyelana karşı gelinmez, mani olunmaz ve mukavemet edilmez.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri de öyle diyor: “Fıtrî meyelan, mukavemetsûzdur.” Yani, fıtrî meyelan karşı konulmazdır.
Doğru ve mantıklı olan, bu meyelâna, bu eğilime uymaya ve hayatı ona göre tanzim etmeye çalışmaktır.
Başka türlü hareket, insanın kendini boş yere yormasından, çevreyi rahatsız edip kirletmesinden başka bir şey değildir.
Bir canlı türüne veya bir bitki çeşidine müdahale edildiğinde, onun hayat hakkı ortadan kaldırılmaya çalışıldığında, yani ekolojik dengeyi bozacak işlere bulaşıldığında, istenen, arzulanan değil, tam aksine hiç istenmeyen, hatta zaman zaman hiç umulmayan gelişmeler yaşanır, hiç beklenilmeyen durumlar ortaya çıkar.
Yani, insanlar fıtrî meyelâna müdahale ile önüne geçemiyor, ona mukavemet edemiyor, üstelik istediği neticeyi de elde edip rahata, huzura vasıl olamıyor, sadece etrafı kirleterek, hatasının neticesi olarak, mevcut hayat şartlarını daha da ağırlaştırıp zahmetli, işkenceli bir hale çeviriyor.
İşte, hayatın böylesine zorlaştırılıp işkenceye çevrildiği sıkıntılı bir vaziyete, geçtiğimiz yıllarda Eğirdir Gölü ve çevresinde şahit olduk.
Eğirdir’in çarşısını gezerken, bir ara balık pazarına uğradık. Baktık ki, balıkçı tezgâhlarında sadece pullu sazan ile dişli beyaz levrek var. Bu duruma hayret ederek sebebini sorduk. Bize şunu söylediler: Daha evvel, bu gölde her türlü tatlı su balığı yetişirdi. Tezgâhımızda bunları bulundururduk. Sonraları göldeki balık türlerine müdahale edildi. Eti daha lezzetlidir diye, dişli levrek tohumu, yumurtası gölün her tarafına serpiştirildi. Bu balık türü ise, dişleri sayesinde diğer bütün balıkların yavrularını yedi, onları yiye yiye bitirdi, tüketti. Tek kurtulabilen ise, işte bu pullu sazan balıklarıdır, o da sert pulları sayesinde kurtulabiliyor.
Akşam vakti ise, göl sahilinde kalacağımız pansiyona vardık. Karanlığın çökmesiyle birlikte, öyle bir sivrisinek hücumuna uğradık ki, buna dayanamayıp ışıkların tamamını söndürmek mecburiyetinde kaldık. Değişik türden bir sivrisinekti. Gündüz vakti gölün kenarında ve suyun üstünde duran bu sinekler, havanın kararmasıyla birlikte, ışığı gördükleri yerlere üşüşürler.
Dışarıda yanan bazı abajurları gördük, içleri ölü binlerce sinekle doluydu. Onun birkaç misli ölü sinek ise, yere düşmüş görüyorduk.
Bu dehşet manzarasının sebebini sorduğumuzda, yine aynı meseleyle bağlantılı bir cevap aldık: “Eskiden gölde yaşayan çeşit çeşit balıklar, suyun üzerine konan bu sinekleri yiyerek beslenirlerdi. O balıkların nesli tüketilince, bu sineklerin de önü alınmaz bir hâl aldı. Çoğaldıkça çoğaldılar ve sahilde yaşayan insanlara musallat olmaya başladılar. Ya ışıkları hiç yakmamanız lâzım, ya da her tarafı ince sinekliklerle kapatmanız gerekir. Başka türlü idare edemezsiniz.”
İşte, fıtrî meyelana müdahale etmenin veya ekolojik dengeyi bozmanın ibret dolu bir misâli.
Bu fıtrî meyelana uygun hareket, hayatın her safhasını kolaylaştırırken, aksine hareket ise, hayatı daha da zorlaştırmaktan ve zararlı, tehlikeli hâle sokmaktan başka bir işe yaramıyor.
Yeryüzünü kirlete kirlete hayatı azaba çeviren insanların bulaşık eli, şimdi ne yazık ki yerin üstündeki hava gibi, yer altındaki suları da kirletmeye başladı.
Rahat ve sıhhat için, fıtrî meyelana uymaktan başka çare yok.
Tarihin yorumu = 15 Ağustos 1922
Ankara İstiklâl Mahkemesi
MECLİS'TE Ankara ve çevresi için "görülen lüzum üzerine" bir İstiklâl Mahkemesinin kurulması teklif edildi. Teklif, Bakanlar Kurulunda (Vekiller Heyeti) görüşülerek kabul edildi.
Bu mahkeme, daha ziyade asker kaçakları ve savaşta düşman tarafına bilerek yardım edenleri cezalandırmak için kuruldu.
Ne var ki, bu mahkemeler daha sonraları başka maksatlar için kullanıldı. Nitekim, 1925 senesinin yine aynı 15 Ağustos gününde yaşan bir hadise var ki, bu gerçeği tam tasdik ediyor. Ankara İstiklâl Mahkemesi, Tarîkat–ı Selâhiye'ye mensup olduğu gerekçesiyle 11 vatandaşı ölüme mahkûm etti.
15.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|