Gayrimüslimlerin, Hint fakirlerinin ateş üstünde yürümeleri, ateistlerin telepatik yolla insan zihninden geçenleri okumaları gibi olağanüstü haller, aslında o kadar da garipsenecek durumlar değildir. Zira, bu dünya bir tarladır. Tarlayı, Allah’ın kanunlarına uyarak kim ekerse, mahsül alır. Tabiat kanunları, Allah’ın tekvinî şeriatıdır. O şeriata uyan, sonucunu alır. Zira, olağanüstü işler, harika haller yalnızca tekye, zâviye veya tasavvuf ile tefekkür ehline mahsus değil. Ruh / duygu ve bedende bulunan elektrik, elektro-manyetik, biyo-manyetik ve diğer binlerce enerji boyutlarını düşünce, duygu ve duyu güçlerini birleştirerek odaklaştırıp temerküz ettirebilen herkes olağanüstü haller sergileyebilir.
Kâinatta bulunan kanunlar çerçevesinde çalışarak, psiko-biyo-fizyolojik eğitim ve terbiyeden geçerek tekâmül eden herkes bu formasyonu kazanabilir. Mütedeyyin olmayan ve gayrimüslimlerin gösterdiği harika olaylar ile kerâmet arasında bir çelişki yoktur. Çünkü bu, kerâmetin eksi kutbudur.
Kerâmetin zıddı olan istidraç, gaflet içinde iken varlığın metafizik boyutunun inkişafından ve garip fiilleri açıklamaktan ibarettir.1 Buna istidraç denir. İstidraç, “Biz onları bilmedikleri, farkına varmadıkları bir yerden yavaş yavaş azaba yaklaştırırız”2 âyetinin orijinal metninde açıkça geçer. İstidraç sahibi, istidracını nefsine, gücüne dayandırmakla gururu öyle fazlalaşır ki, Karun gibi, “Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir!”3 demeye başlar. Lâkin istidraç gösteren ile kerâmet ehli arasında (ilk aşamada) fark yoktur.
Tam mânâsıyla fenâya mazhar olanlar, yani hak yolunda çalışıp kendisinin bir hiç olduğunu idrak edenlerde Allah’ın izniyle maddenin, varlığın metafizik boyutu inkişaf eder, açılır. Ve onlar, fenâfillah (yani Allah’ın isim ve sıfatlarını tamamen özümsemiş, kendisini O’na vermiş) olanlar, o eşyayı duygularıyla da görür. Bunun adı kerâmettir.
Necm Sûresi’nin 39’uncu âyetinde: “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” diye beyan edilir. Dikkat edilirse, “insan” tâbiri kullanılmış, Yani kim “sünnetullah” denilen tabiat kanunlarına uyarsa; mutlaka karşılığını alır. Dolayısıyla küfür, tuğyan, zulüm ve inançsızlığın zirvelerinde olan bir kısım dehşetli insanlar da istidraç denen “harika haller” gösterebilir. Ki, istidraç bir anlamda, olumsuzluğun derecesinin artması, negatif gücün yükseltilmesidir.
Yalnız istidraç ehlinin hedefi, nefsî arzularını, heva ve hevesini tatmin etmek, olağanüstü işleri hedeflemektir. Zatında çok âciz, zayıf bir varlık olduğu halde, İlâhî kanunlar çerçevesinde meydana gelen halleri nefsine mal eder. Bunlarda görülen harikalıklar, bir kısım inkişaflar neticesinde meydana gelir ve bunların mahiyet itibarıyla kerâmetten farkı yoktur.
Kerâmet de, istidraç da ısrarlı ve disiplinli bir çalışma sonucunda, tabiat kanunları ve şartları içinde insanların gösterdiği fevkalâde hal, hareket ve işlerdir. Yani, tarlayı ekmek gibidir. Mü’min de ekiyor, inkâr eden de. İnkâr eden, tabiattan, kendinden zannediyor. Oysa, her şeyi Yaratan O’dur. Harika halleri de yaratan O’dur.
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, s. 192.
2- Kur’ân, Kalem, 44.
3- Kur’ân, Kasas, 78.
15.08.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|