“Şehit kurmay yarbay Miktat Şamdancı’nın 22 aylık oğlu Tahsin, dedesinin kucağında tabutun yanına geldi. Babasının fotoğrafını okşayan Tahsin’e, annesi Emine Şamdancı ‘Oğlum, baban Cennete gitti, sana oradan bakıyor’ deyince herkes gözyaşına boğuldu.” (Sabah, 13.8.2008)
“İstanbul Güngören’deki bombalı saldırıda vefat eden 12 yaşındaki Şeyma Özkan, İstanbul’da dedesinin yattığı mezarlıkta defnedildi. Şeyma’nın, olaydan bir saat öncesine kadar anneannesinin evinde birlikte oynadıkları kuzeni, 8 yaşındaki Merve Özkan’ı, ailesi ‘Şeyma Cennete gitti, artık orada oynayacak’ diyerek tesellî etmeye çalışıyor.” (Yeni Asya, 30.7.2008)
azen bir baba, bazen bir anne, bazen bir kardeş, bazen bir kuzen... çocuklarımızın kaybettiği.
Şüphesiz, bu hâdiseler karşısında fazlasıyla mütessir olan nazik ruhları, teselliye muhtaç.
Ve o teselli de, ‘Cennet’ten başka birşeyle olmuyor.
“Babam ve oğlum” filmini, çoğunuz izlemişsinizdir. Babasını kaybeden minik yavru, teselli edilmeye çalışılıyor; “Baban süpermen oldu, uçtu. Şimdi yukarıdan bizi izliyor” deniliyor; ama onun “Ben babamın yukarılarda değil, burada yanımda olmasını istiyorum” tarzındaki masumca feryadları karşısında başlar öne eğiliyordu. Anlayacağınız, Müslüman bir memlekette filmin senaryosundan “Cennet tesellisi” esirgeniyordu ne yazık ki.
Halbuki fıtrat, “Cennet! Cennet!” diye haykırmıyor muydu?
İşte bunun yakın örneği, Güngören’deki patlamada ölen çocuğun, kuzeninin; ve Erzincan’daki mayın tuzağında şehit düşen yarbayın, oğlunun; ailelerince Cennet’le teselli edilmeye çalışılıyor olması. Başka bir şey ilâç olamıyor çünkü nazik ruhlarına.
Geçtiğimiz sene, yine bir gazete haberinde, okulöncesi çocukların, ölümü ‘’misafire gitmek’’ gibi algıladıkları belirtiliyordu. Anlaşılan, safi ruhları ‘yokluğa’ razı olmuyor, daha doğrusu bunu düşünemiyorlar bile. Kim bilir belki de onların aciz fıtratları ve nazik ruhları, ‘ölüm acısı’ndan zaten korunmuş!
Aynı haberde, çocuğun ilkokula başladığında ölümün ne demek olduğunu anlamaya başladığı ve ölen kişinin dünyaya geri gelmeyeceğini fark edebildiği de belirtiliyordu. Özetle “Ölüm gerçeği çocuklardan saklanmamalı, tam tersi onlara anlatılmalı” deniliyordu. (BİA, 21.5.07) Tabiî, nasıl anlatılacağı hususu eksik bırakılarak...
Evet, çare, ölümden kaçmak değil; bilâkis onu anlamak.
Ölümü anlamak ise, Cennet fikrini de beraberinde getiriyor. Çocukları gerçek anlamda teselli etmek, ancak bununla mümkün. Yoksa 17 Ağustos depreminden sonra olduğu gibi, çocukları birtakım eğlencelerle oyalamaya çalışmak, “iptal-i his” nev’înden geçici bir çözümden öteye geçmiyor; yarın öbür gün ölüm hadiseleriyle karşı karşıya kaldıklarında, ruhları aynı ‘dehşet sahneleri’yle yine sarsılıyor.
Halbuki, çocukların hayal dünyalarına inerek, anlayacakları dilden, onlara ölümün bir yokluk olmadığı, daha güzel bir âleme ‘geçiş kapısı’ olduğu anlatılsa, kalıcı ve gerçekçi bir çözüm olmaz mı?
İşte Bediüzzaman, yıllar önce, çocukların zayıf ruhlarının ölüm karşısında ne şekilde teselli edilebileceğini mükemmel bir şekilde ortaya koyarak, onların minik dünyalarına bakın nasıl da iniyor:
“Çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nâzik vücudlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukàvemetsiz mizâc-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup, mesrurâne yaşayabilirler. Meselâ, Cennet fikriyle der: ‘Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü; Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.’ Yoksa, her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zayıf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması, mukàvemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr ü zeber ederek, gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letâifini dahi öyle ağlattıracak; ya mahvolup veya divâne bir bedbaht hayvan olacaktı.” (Sözler, 10. Söz, Mukaddime, s. 92)
Ne dersiniz? Eşini şehit veren acılı annenin, ‘fıtratının sesini’ dinleyerek oğluna: “Baban sana şimdi Cennetten bakıyor” demesi, ne kadar da hakikatli bir teselli, değil mi?
Ve anne yerine “baba” kelimesini koyarak okuduğumuzda, şu teselli cümlesi de, babasını ahirete uğurlayan minik yavru için tam bir merhem değil mi:
“Validem/babam öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cenette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi/babacığımı göreceğim.” (Şuâlar, s. 203)
15.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|