Aklımın kabul etmediği çok olaylarla karşılaşmaktayım. Kalbimi karartan, ruhumu sıkıştıran hadiselerle hep birlikte, iç içe yaşamaktayız bu dünyada. Olmasını arzu etmediğimiz çok hareketler cereyan etmekte, elimizin düzeltmeye güç getiremeyeceği zulümler irtikap edilmektedir çevremizde. Basiretler bağlanmış, ebediyete ulaştıracak duygular mühürlenmiştir adeta...
Gönlümüzün hoş görmediği çok şekillere bürünmektedir insanoğlu... İstesek de, istemesek de hareketlerinden hoşlanmadığımız insanlarla birlikte yaşamak zorunda kalıyoruz. Bu da gösteriyor ki, imtihanımız zıtlarla bir arada bulunmakla olmaktadır. Madem ebedî bir saadet kazanılacaktır, o zaman elbette imtihan kolay olmayacaktır.
Aklımızın ermediği, kalbimizin onay vermediği hadiseleri düzeltme gücüne sahip olmadığımız apaçık ortadadır. Anlıyoruz ki aczimiz ve zaafımız sınırsızdır. Gözlerimizin görmesinde, kulaklarımızın işitmesinde, ayaklarımızın adım atışında, ellerimizin eşyayı alışında irademiz bir hiç hükmündedir.
Gerçekte iktidar ve irademiz bir hiç hükmünde olmasına rağmen bazen kendimizde güç vehmediyor, sahip olmadığımız güzellikleri kendimize vermekten çekinmiyoruz. Oysa en zoru, insanın kendi hayat mükellefiyetlerini kendi sırtına yüklemesidir. Bu yükün altından kalkması mümkün olmayacağı için bir çok sıkıntılara kendini düçar etmiş olacaktır.
Doğru olan ise insanların kendi âcizliklerini anlaması, fakirliklerinin sınırsızlığını idrak etmesi ve bütün hareket ve davranışlarının mutlak sahibi olan Allah’ı tanıması, O’na karşı olan mükellefiyetlerini yerine getirme iradesini göstermesidir. Ama biz insanlar her zaman gerçeklere göre hareket etmiyor, çoğu zaman nefis ve şeytanların kandırmalarıyla gülünç durumlara düşebiliyoruz.
Bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah’tan gafletle geçen her an, insanın gülünç duruma düştüğü andır. Günahlara bulaşılan her vakit kaybedilen değerli bir zamandır. Rabb-i Rahimi tanımak ise insanlığın en yüce mertebesine çıkmak demektir.
Bütün varlıkların Rabbi olan Allah’a kul olmak, O’nun rızası dairesinde yaşamak ise huzur ve saadetlerin en güzelidir. O’na yönelmek saadete yönelmek, ebedî hayata yönelmektir. O’na yönelmek ifade edilmesi mümkün olmayan nimetlere müstehak bir hale gelmektir.
İnsanları gaflet içinde görmek insan olan insanları derinden yaralıyor. İnsanların mukadder son olan ölümden bîhabermiş gibi hareket etmesi şeytanları memnun ederken, gerçeklerin farkında olan insanları adeta kahrediyor.
İslâm memleketinde yaşamak, günde beş vakit semalara yükselen ezan sedalarını dinlemek bile ne yazık ki bir kısım gafillerin uyanmasına sebep olmuyor. Taş kalplilerin cehenneme doğru yuvarlanması, kendilerine verilen büyük değerdeki emanetlere ihanet edenlerin insanlıktan gittikçe uzaklaşması üzüyor insan olan insanları.
Zaman hızla insanları ölüme yaklaştırıyor. Yıllardır dünya hayatını sürdüren bizleri mukadder son bekliyor. Belki yarın belki de yarından yakın bir zamanda artık bu dünya hayatında nefes alma imkânımız olmayacaktır. Bir gün mutlaka rızkımız kesilecek, gözlerimiz kapanacak, kulaklarımız duyamayacak, ayaklarımız adım atamayacak ve ruhlarımızın artık cesedimizdeki vazifesi bitmiş olacaktır.
O mukadder gün gelmeden sadece Allah rızası için yaşamanın yollarını arayıp bulmamız gerekmektedir. O dünyalara bedel olan ihlâs duygusuna sahip olmak için ve İlâhî rızanın nuruyla aydınlanmak için gayret etmemiz gerekmektedir.
Dünyanın fani değerlerinin bizleri kendine bağlamasına izin vermememiz elzemdir artık. Aksi takdirde iflâs etmiş bir şekilde bu dünyayı terk edersek, korkunç ve vahim sonlardan kendimizi kurtaramayız. İnsana yakışan ise iman ile yaşamak ve ebedî hayattaki saadeti kazanmanın huzuru ile bu dünya hayatına gözünü kapamaktır.
18.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|