Geçen hafta 12 yıl aradan sonra İran’dan Türkiye’ye yapılan en üst düzeydeki ziyaret, “Anıtkabir” seriştesi ve “trafik sıkışıklığı” gürültüsüyle mâlum medyaca âdeta gözden kaçırıldı.
Oysa sözkonusu ziyarette, başta ABD ve İsrail’in silâh ve para yardımı sağladığı ve çok yönlü lojistik destek verip eğittiği PKK / PEJAK terör örgütüyle mücadele konusunda her türlü bilgi alışverişi, istihbarat paylaşımı ve yardımlaşmayı içine alan kapsamlı anlaşmalar imzalandı.
Bu çerçevede, karşılıklı saygı, iyi komşuluk ve güvenlik işbirliği ilkeleri zemininde özellikle uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, organize suçlar, göç ve diğer alanlarda muhtevalı işbirliğine varıldı.
İran Cumhurbaşkanı, Türkiye ve İran’ın bölgesel ve uluslararası konuları etkileyebilecek ülkeler olduğunu belirterek, Irak ve bölgedeki ecnebi işgaline ve krizlere karşı bölge ülkeleri arasında diyalogu yeniden te’yid etti. Türkiye’nin İran’dan ithal ettiği doğalgazda kış aylarında yapılan kesintilere karşı gerekli tedbirlerin alınması kararlaştırıldı…
ABD VE İSRAİL’İN İSTEĞİYLE GAZ
ANLAŞMASININ İPTALİ…
Ancak İran’la iki önemli konuda Türkiye’nin müstenkif kalması dikkat çekici oldu. İran’ın nükleer enerji programının “meşru hakkı” olduğunu belirtilmesine rağmen, “uluslararası kaygılar” ve “nükleer silâhların yayılmasının önlenmesi” perdesinde, “ABD ve İsrail’in istekleri”nin en üst düzeyde Tahran yönetimine iletilmesi, ziyarete göle düşüren ilk olumsuzluk oldu.
Gerçek şu ki İran tarafı pek renk vermeze de, Türkiye’nin uzun zaman sonra gerçekleşen bu çok önemli ziyarette hâlâ tıpkı Washington mahreçli telkinler gibi “ABD ve İsrail’in kaygıları”nı iletmede aracılık etmesi, oldukça çarpıcı.
İran Cumhurbaşkanı, bütün dünyanın gözü önünde “dostlarımızdan gelecek her türlü yeni öneriye açığız” diye diplomatik diyaloga vurgu yapsa da, “İran’ın nükleer meselesinin ABD’nin düşmanca tutumundan kaynaklanan siyasî sorun olduğu” açıklaması, Tahran – Ankara – Washington hattındaki nirengi noktasını açığa çıkarıyor.
Nitekim Cumhurbaşkanı Gül’le yaptığı ortak basın toplantısında Ahmedinecad, her ne kadar sırf ilişkileri olumlu seviyede tutmak hesabına “elektrik ve doğalgaz alanında yatırımlarda ortak uzlaşma sağlandığını” ifâde etse de, daha ziyaretin ilk etabında ABD’nin diretmesiyle “gaz yatırımları anlaşması”nın son demde ABD’nin isteğiyle iptal edilmesi, Türkiye’nin bölge politikalarındaki asıl handikapı su yüzüne çıkarıyor. Bunun bir kısım medyada âdeta “müjdeli” bir haber gibi duyurulması, olayın arka plânındaki karanlık ve karmaşık ilişkilerin ipucunu ele veriyor.
Enerji işbirliği anlaşmalarını imzalamak için Türkiye’nin İran Cumhurbaşkanını dâvet ettiği ve bu maksatla beraberinde Enerji Bakanını getirdiği bir sırada, Amerikan Büyükelçiliği yetkililerinin, Neoconların tâlimatıyla Türkiye’den “İran’ın nükleer zenginleştirme programını askıya almasını talep etmesini, aksi halde uluslararası toplumdan tecrit edileceklerini ve yaptırıma mâruz kalacaklarını bildirmesini” dayatması, ibret verici.
Her türlü mutâbakatın sağlandığı ve İran Cumhurbaşkanının Enerji Bakanıyla imzalaması için geldiği 600 milyon dolarlık doğalgaz anlaşmasının iptal edileceğinin bir gün önceden Financial Times’te yazılması, Washington’un, “İran’la işbirliği yapılacak zaman değil, anlaşmayı imzalamayın!” direktifinin Ankara’da yankı bulduğu söylentisini bir defa daha doğruluyor…
AÇIK AÇIK SAVAŞ TAMTAMCILIĞI…
İran Cumhurbaşkanının Türkiye ziyaretiyle su yüzüne çıkan bir başka husus; yüzlerce nükleer başlıklı silâha sahip olan İsrail’in, bir yandan İran’ın nükleer enerji üretimini bölge ve dünya için “tehdit ve tehlike” diye lanse edip, diğer yandan ABD’yi İran’a saldırmaya kışkırtmasının bu ziyareti etkilemesi…
İsrail, Türkiye’nin Müslüman komşusu İran Cumhurbaşkanının ziyaretini “talihsizlik” olarak kötülemekle kalmıyor; Ulaştırma Bakanı Şaul Mofaz, ABD’nin de desteği ile askerî operasyon çağrısında bulunarak İran’a saldırı tehdidini tekrarlıyor.
Bunun için İsrail’in saldırı kapasitesini genişletmek amacıyla İran’ı bombalayıp dönebilecek miktarda yakıt taşıyabilen 90 adet F-161 uçağı satın aldığını ve gelecek yılın sonunda da 11 tane daha alacağını fütursuzca duyuruyor. Ayrıca deniz kuvvetlerinde bulunan üç adet nükleer başlık taşıyan Dolphin denizaltısına ek olarak Almanya’dan iki yeni denizaltı daha satın alacağı bildiriyor.
İsrailli Bakan, “İran’a saldırmaktan başka alternatif yok; nükleer programına devam ederse biz de İran’a saldıracağız; ve saldırının ABD’nin desteği olmadan gerçekleşmesi mümkün değil” diye açık açık savaş tamtamlığı ve kışkırtıcılık yapıyor. ABD ise “İsrail’in endişelenmekte haklı olduğunu belirterek” ateşe benzin döküyor.
Ahmedinecad’ın da İstanbul’da söylediği gibi, birkaç ülke teknolojiyi tekeline alarak diğer ülke halklarını bundan mahrum bırakıyor. Ve en çirkini de, nükleer enerjiyi en kötü bir biçimde kullanan ve depoları bu bombalarla dolu olan İsrail gibi devletler tarafından “nükleer enerji” kasten “nükleer bomba” diye propaganda ediliyor. Uluslararası teâmüllere, hükümranlık hakkına aykırı olarak, Türkiye ve İran gibi ortak inanç, tarih ve kültürü paylaşan iki komşu ülkenin işbirliği resmen engelleniyor...
Ve Ankara’dakiler bu saygısızlığı sadece seyrediyor…
18.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|