Siyaset tatil dinlemiyor. Anayasa Mahkemesinin iktidar partisini “kapatmama kararı”nın ardından yeni dönem tartışmaları yapılıyor. Bütün hesaplar, siyasî iktidarın demokratik irâde ve direnç göstermesinde düğümleniyor.
Gerçi yeni yasama yılında AKP’nin öncelikle “yeni anayasa”yı yeniden gündeme getireceği medyada ufak ufak yer alıyor. Meclisin erken açılıp yeni anayasa çalışmalarıyla demokratikleşmeye dair yasaları çıkaracağı iktidar partisi sözcülerine atfen belirtiliyor. Lâkin Başbakan ve siyasî iktidar yetkililerince bu durum henüz açıkça deklâre edilmiş değil.
Gelinen noktada AKP yönetiminden yalnız siyasî partilerin kapatılmasını zorlaştırmayı amaçlayan demeçler geliyor. Bu durum, düzenlemelerin yine anayasanın 69. ve Siyasî Partiler Kanununun 101. maddelerinde değişiklikle sınırlı kalınacağı intibâı veriliyor.
TELKİNLERE DİKKAT!
Görünen o ki Başbakan ve partisi yine “konjonktürel siyaset”i hedeflemiş; gelişmelere göre “günübirlik politikalar” gütme peşinde. Ne yazık ki “mâlum medya” ve hatta “AKP medyası” da sürekli Mahkeme’nin “ciddî ihtarı”na dikkat çekerek bu “taktiği” salık veriyor.
Bu vaziyet, AKP’nin demokratikleşmede, özellikle inanç ve mânevî değerlere dair kısıtlamaların kaldırılmasındaki kırılmaları daha da derinleştiriyor. Son altı yıldır olduğu gibi…
Anlaşılan o ki Anayasa Mahkemesi Başkanının “kısa karar” açıklamasında “topluma ters gelen anayasa değişiklikleri varsa, bunların süratle gerçekleştirilmesini istiyoruz” sözleri, yine tersinden okunmakta.
Bundandır ki baştan beri içine girilen ürkek, teslimiyetçi ve tâvizkâr politikalarla yeni anayasa, AB uyum yasaları, demokratikleşme ve özgürlüklerin bir defa daha yarım yamalak ele alınması illeti nüksetmekte.
Bunda şüphesiz AKP’nin kurulup iktidara getirilmesinde büyük bir harcı olan hâricî ve dahilî mihrakların telkinleri de etkili olmakta. Mahkemenin iktidar partisini “dinî politikalar uygulamama” konusunda uyardığını yazan The New York Times’in, AKP’nin dinî hak ve özgürlükleri genişletmek konusunda “daha dikkatli, daha kontrollü ve yavaş davranması” tavsiyesi bunun korkutması.
İktidara yakın bazı yazarların siyasî iktidarın, imam hatip mezunlarının üniversiteye girmesini zorlaştıran katsayı adaletsizliğini gidermeye çalışması ya da başörtülülerin üniversitede okuyabilmesi hususunda harekete geçmesi halinde Anayasa Mahkemesnin kararına atıfta bulunulacağı hatırlatılması, bunun bir örneği.
Sonuçta kimi “AKP yorumcuları”nın, bundan böyle AKP’ye “laiklik karşıtlığı mahkemeden tescilli muamelesi yapılacağı” ve “artık partinin tepesine Demokles’in kılıcı asılmıştır” uyarıları iktidarın zâten zâfiyet içindeki demokratik irâde ve cesâretini kırıyor.
“KAPATMAYI ZORLAŞTIRMA”YLA
KALINMAMALI…
İşin bir başka ilginç yönü, Başbakan Erdoğan’ın ve parti yönetiminin, daha ilk günde partinin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği” ve dinî özgürlükleri genişletmeye yöneldiğinde yeniden “kapatma dâvâsı”yla karşı karşıya kalacağı “korkutması”na gelmesi. Daha önce başörtüsü için “velev ki siyasî simge de olsa” diyen Erdoğan’ın, “karar”dan hemen sonra yaptığı konuşmada “laikliği ve cumhuriyetin ana ilkelerini savunacağız” deyip heveskâr bir uslûpla “koruma ve kollama”ya soyunması…
Keza bu “kırılgan politika”yla AKP sözcülerinin, “Biz kesinlikle laiklik karşıtı olayların odağı olmadık; Türkiye’nin demokratik, sosyal ve laik hukuk devleti olduğuna başından inandık, bunu yaşatmaya devam edeceğiz” güvencesi ile kendi kendilerini “kayıtlı” kılıp âdeta “kelepçeletmeleri.”
AKP kurmaylarının üzerinde çalıştıkları düzenlemelerin “odak” olma yerine “şiddet” kriteri getirilerek bir tek “parti kapatma”yla kalmaları bunun göstergesi.
İktidar partisi elbette öncelikle demokrasilere yakışmayan siyasî partilerin yargı tarafından kapatılmasına tedbirler almalı. Ancak söz konusu düzenlemeleri, bir bütünlük içinde sistemin ve siyasetin demokratikleşmesi muhtevasında ele almalı.
Bir tek anayasanın ve yasanın “parti kapatma”yla ilgili maddeleri değil, halkın vekilini kendisinin seçtiği, hâkim nezâretinde kayıtlı önseçimle aday listelerinin “tercih”le seçildiği siyasî partiler ve seçim kanununu çıkarmalı.
Buna bağlı olarak “AB müktesebatının üstlenmesine ilişkin ulusal program”da ve “katılım ortaklığı belgesi”nde taahhüt edilen insan haklarını, temel özgürlükleri; din, vicdan, düşünce ve ifâde hürriyetini teminat altına alan yasaları sür'atle çıkarmalı.
Ve vakit geçirmeden “yeni anayasa”yı kararlılıkla gündeme getirmeli…
Demokratik kararlılık olmalı. Başka da çâresi yok…
06.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|