ASABİLİK, sinirlilik hâli, hemen herkeste az çok bulunabilir. Bunu dengelemenin, vasat ve itidal çizgisine çekmenin çeşitli yolları, usûlleri, metotları var.
O usûllerden birinin de, bilhassa tenhalara çıkmak sûretiyle tefekküre dalmak olduğuna kanaat getiriyoruz. Bu usûlün tesirini bizzat kendimizde de müşahade edebiliyoruz. Mizaç olarak zaman zaman sinirli ve asabi davranırken, tefekkür seanslarından sonra daha bir halim selim vaziyet alabiliyoruz.
Tenhalara çıkıp tefekküre dalmak, harikulâde bir terapi hükmüne geçtiği gibi, tefekkür, aynı zamanda makbul ve yüksek bir ibadettir.
Bir saat tefekkürün, bir sene nafile ibadet hükmüne geçtiğine dair sahih rivâyetler var.
Bediüzzaman Hazretlerinin Barla, Isparta, Kastamonu ve Emirdağ hayatıyla alâkalı hatıralarını tesbit ederken, canlı şahitlerden dinlediklerimizin tamamında ortak bir noktaya rastladık. O nokta da, Bediüzzaman Hazretlerinin hemen her fırsatta kırlara çıktığı ve mümkün olduğunca yalnız başına tenhalara çekilerek huzura, tefekküre dalmaya çalıştığı gerçeğidir.
İlâhî inayet, şüphesiz ki daima o zatın üzerindeydi. Fakat, kendisi de şu sebepler dünyasında zahirî şartlara riayet etmeye ve her şeyin iyisini, güzelini tercih etmeye çalışırdı.
Dolayısıyla, tefekküre dalması da, hem ibadet olması, hem de mânen ve ruhen rahatlatıcı olması hasebiyle, hayatı boyunca onun terk etmediği makbul bir âdeti olmuştur.
Bu yüzden de, onu hiddete getirmek ve bir hâdise vukua getirmek isteyen düşmanlarının bütün planları bozulmuş, kurmuş oldukları tuzaklar boşa çıkmıştır.
Kendi ifadesiyle, Cenâb-ı Hak, ona emsâlsiz bir sabır ve tahammül hissi vermiş. O da, bu hisleri besleyip kuvvetlendirecek çarelere başvurmuş ve örnek davranışlarıyla da bunu talebelerine yansıtmaya, onlara ders vermeye çalışmıştır.
Bu zamanda bizlerin de en az Bediüzzaman Hazretleri kadar tefekküre ihtiyacımız var. Binler günahın ve münkerâtın hücumuyla, kalben, ruhen ve mânen yara bere içinde kalıyoruz. Sinirlerimizi bozan, bizi asabilik hastalığına doğru sürükleyen nice inatçı sebeplerle karşılaşıyoruz. Tefekkürü terk ettiğimiz takdirde ise, o hastalıklar bünyemizde yer ediyor ve zamanla bizi takattan düşürecek kadar gelişip kuvvetlenebiliyor.
İşte, bazı ebeveynler var ki, maalesef bu hastalığın pençesine düştükleri için, çocuklarına çok sert davranmaya başlıyor. Onları ikna etmek, yanlışı doğruyu muhakemeli tarzda onlara izah etmek yerine, sinirlenerek, emrederek ve bağırıp çağırarak onları sadece susturmaya çalışıyor.
Böyle yapmakla, çocukların adam olacağını zannedenler varsa, fena halde yanılıyorlar.
Beyler, çocuklarınız bu hallerinize muztarip ve sizden şikâyet ediyor; ancak, sizler bunun farkında değilsiniz.
Evet, çocuklar büsbütün serbest bırakılmaz ve bırakılamaz. Fakat, onların üstünde baskı kurmakla, hele hele iman-ahlâk meselesinde bağırıp çağırmakla bir şey elde edemezsiniz. Böyle yapmakla, sadece çocuğun geçici olarak suskunluğunu temin etmiş, fakat iç dünyasında başka şeyler besleyerek ilk fırsatta onları hayatında tatbik etmesinin düğmesine basmış oluruz, o kadar.
Keza, zorla şu veya bu elbiseyi giydirmenin, yahut kerhen şu veya bu okula göndermenin de uzun vadede hiçbir faydası olmaz. Ne yapılacaksa, izah ve ikna ile yapılmalı. Aksi halde, hissiyâtımızı tatmin eder ve sinirlerimizi yatıştırmış gibi olurken, etrafımızı kırıp dökmekten beter etmiş oluruz.
İşte, çocuklarımıza karşı sinirli bir halimizi fark ettiğimiz anda, hemen bu işin yanlışlığını kabul ile, mümkün olan en kısa zamanda tefekkür tarikiyle huzura, sükûta dalmamız gerektiğini ve bir mânevî terapiden geçmenin vakti geldiğini anlamamız icap ediyor.
Aksi halde, ortalığı kırıp dökeriz de, ne kendimize, ne de çocuklarımıza bir faydamız dokunur. Sonra da dövünüp dururuz: Ne ettiysek, ne yaptıysak, bizim çocuk bir türlü adam olmadı, olamadı.
Evet, herkes kendine göre bir çeşit imtihana tabidir. Fakat, bir türlü düzelmeyen çocuğumuzun veya aile efradımızın bize taalluk eden yönünü de mutlaka düşünmek ve kendimizin ne yapması veya ne yapmaması gerektiğini sık sık ve her fırsatta düşünmek, tefekkür etmek, artık bir zaruret halini almıştır.
Tarihin yorumu / 18 Ağustos 1915
Tevfik Fikret
ŞAİR Tevfik Fikret, İstanbul'da öldü. Asıl ismi Mehmet Tevfik'tir. 1867 doğumludur. Servet–i Fünûn devri şâiridir. Birçok şiir kitabı bulunmaktadır. Mezarı İstanbul Boğazı sırtlarındaki Âşiyan'a sonradan taşındı. Daha önceden medhiyeler düzdüğü Sultan Abdülhamid'e bir Ermeni teröristin bombalı tuzak kurmasını coşkuyla alkışlayan "Bir lâhza–i teehhur" başlıklı şiire imza atar. Şiirin bir beyti şöyledir: Ey şanlı avcı! Dâmını beyhûde kurmadın, Attın. Fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın.
Tevfik Fikret, görüldüğü gibi Sultan II. Abdülhamid'e o derece düşmandır ki, bir Ermeni teröristin bombalı cinayetini dahi çekinmeden alkışlayabiliyor.
Bombanın patlamasıyla, mâsum birçok insan vefat etmişti. Ancak, bu feci durum bile kindar şairin umurunda değildi.
18.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|