Nerelerdesin?
Kar taneleri tâ göklerden indi de geldi. Sen dönüp de bir kez olsun bakmadın. Oysa onların öyle indirilmeleri, ne güzel, ne hikmetliydi. Her biri ne kadar san’atlıydı onların. Sen, kabanına, atkına gömüldün gittin de bakamadın? Bu hâlinle sermayen olan ömrün, eline düşen kar tanesi gibi yitip gidecek.
Bunun farkında mısın?
Yağmur taneleri, senin rızkın olan bitkilere rızık olsun diye taşındı dünyanın bir ucundan. Toprak çatlamaktan, bitkiler kurumaktan kurtarıldı. Sen ise, bunu düşünmeden kaçıp gittin saçakların altından. Bir yağmurla ne ölüler diriltildi. Kalbin o kadar mı kurumuştu da sen dirilemedin? Böyle kalırsan, yağmur tanesinden daha çabuk zeval toprağında kaybolacaksın.
Nasıl umursamazsın bunu?
Ardından, filizler baş gösterdi dallarda. Onları fark etmedin bile. Kupkuru dalların hayatla buluşturulmasını, görmeye değer bulmadı kalbin. Rabbinin kudretinin de işaretiydi onlar halbuki. Dallar filizlendiğinde, kalbin unutmuşluktan silkinecekti hani. Sen ise yapamadın. Hayat istemiyor muydun hep? Nasıl bir aldanmışlık içindesin ki, hayatı, kuru dalları gözünün önünde canlandıranda değil de, başka yerlerde arıyorsun?
Sen nerelerdesin farkında mısın?
Ve nihayet çiçekler rengârenk sergilendi. Hayat tecellîleri dalları aştı. Ama sen gözünü bile açamadın. Ağaçlar, İsrafil’in sûrunu duymuş gibi canlandı, coştu. Sen nasıl bir kalbi taşıyorsun ki, duyamadın baharı. Her bahar apayrı bir şenliktir oysa. Bir bilsen.
Nerelerdesin, neleri kaçırıyorsun?
Sonra meyveleri gördün, ama niçin gönderildiklerini göremedin. Kışın, o hiçliğin içinden böyle çıkarılmaları, seni saran bir rahmeti müjdeliyordu aslında. Senin de bu manzara karşısında, imanın, şükür duyguların deprenecekti. Onları tüketmekten başka bir şeyler düşünmen gerekmez miydi? Tüketmekten öteleri göremezsen, onlardan önce tükeneceksin. İhtiyaçların nasıl da gözüne perde olmuş? Midenin seviyesinden çok şeyi göremezsin. Kendine bir baksana.
Böyle kambur mu kalacaksın?
Güneş, ay, dünya, deniz, ağaç.. her şey senin için koşturulurken, sen ne diye duruyorsun? Hayattan sürekli bir şeyler bekliyorsun, ama hayatının senden bir şeyler beklediğini unutuyorsun.
Nerelerdesin, böyle duracak mısın?
Kar tanelerinin dünyayı akladığı gibi, kendi dünyanı ne zaman ak edeceksin? Yaptıklarının, yaşadıklarının isiyle mi dünyadan göçeceksin?
Görmen için güneşe ihtiyacın olduğu gibi, kalbinin de hayatın ve dünyanın gerçeklerini görebilmesi için Kur’ân güneşine muhtaç olduğunu ne zaman fark edeceksin?
Kaybedecek vaktin mi var?
Bakışından, bakmayışından imtihan oluyorsun. Kurdun, kuzunun gördüğünden fazla görmeli değil misin? Dünyayı okumalısın sen; onu böyle san’atlı yaratanın san’atkârlığını, seni nimetlendireni tanımalısın geç kalmadan. Ağaçtan, ottan, sebeplerden ne zaman başını kaldıracaksın?
Ne kadar bilmiyorum ama, dünyada çok bir zaman kalmayacaksın; oysa sen nerelerdesin?
***
İnsan çabucak yorulan bir varlık. Bir de bakmışsın özel kaygılarına dalıp gitmiş. Kendine geldiğinde nefsine de bir çift lâfı oluyor işte.
Böyle zamanlarımda kendime tân ediyorum ben de. Gerçi içimdeki ‘haşarı ben’ buna pek aldırmıyor ama, bütün bütün de faydasız kalmıyor…
|