onya Taşkent’e bağlı Balcılar beldesindeki yurt binasının çökmesini çarpıtanlar, velilerin, “Çocuklarımız balede, diskoda ölmedi, hepsi şehittir” sözlerini bile hazmedememekte; manşetlerden âdeta “öfke” kusmaktalar.
Ve bu “öfke”, tıpkı 28 Şubat postmodern darbe sürecindeki gibi, “laiklik” perdesinde “irtica” uydurmasıyla dini ve dindarları tezyife varan ilkelliğe vardırılmakta; müessif kaza, “kaçak Kur’ân kursu” yakıştırmasıyla Kur’ân öğrenimine karşı bir propaganda aracı olarak istimal edilmekte.
Aslında mâlûm medya demagogları da biliyor ki Türkiye’de devlet, üzerine aldığı “din eğitimi ve öğretimi görevi”ni yeterince yerine getirmiyor. Diyanet’e bağlı Kur’ân kurslarına ve camilere getirilen “Kur’ân öğretiminde yaş yasağı”na yeni cezalar eklenmiş.
Meselâ AKP iktidarınca çıkarılan yeni ceza yasasında “izinsiz eğitim kurumları açmak” maddesiyle, evlerinde, yazlıklarında, mahalle, apartman veya komşu çocuklarına meccânen Kur’ân öğretenleri sorgulayıp yargılayacak, hatta hapis cezasına çarptıracak kayıtlar konulmuş.
Oysa 12 Eylül 1980 darbesi ürünü 82 Anayasası, temelde dini, din eğitimini ve öğretimini devletin kontrolüne almak hesabıyla da olsa, okullardaki “din eğitimi ve öğretimi”ni devlete yüklemekle kalmamış; “bunun dışındaki din eğitimi ve öğretimi”ni de “kişilerin kendi isteği, küçüklerin kanunî temsilcisinin talebi”yle devlete yüklemiş.
“Herkesin dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğunu” belirleyen “din ve vicdan hürriyeti”ne dair anayasanın 24. maddesi, “din ve ahlâk eğitim ve öğretimini devletin denetim ve gözetimi altında yapılması”nı tamamen devlete yüklemekte. Yetersiz de olsa “din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri” bu gerekçeyle “zorunlu” kılınmakta…
KUR’ÂN ÖĞRETİMİ VE
DİN EĞİTİMİ DEVLETİN GÖREVİ…
Yalnız anayasa ve iç mevzuat değil; anayasanın 90. maddesiyle, “kanun hükmünde” olan ve “Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı” açıkça belirtilen “milletler arası antlaşmalar”ın başında gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de, din eğitimi ve öğretimi, devletin üzerine aldığı görevlerin başında sayılmakta.
Nitekim Türkiye’nin AB müzâkere sürecinde taahhüd ettiği sözkonusu “sözleşme”nin Ek Protokol 2. maddesinde öncelikle “hiç kimsenin eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılmayacağı” belirtilmekte; “devlet, ebeveynlerin çocuklarına, kendi dinî ve felsefî inançlarına uygun bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme haklarına saygı gösterir” hükmünü getirmekte.
Bundandır ki “Türkiye’nin AB müktesebatının üstlenmesine ilişkin ulusal program”da ve “katılım ortaklığı belgesi”nde, inanç ve ibadet özgürlüğü şartı koşulmakta. Devletin vatandaşların talep ettiği din eğitimi ve öğretimini vermesi, hak ve hürriyetlerin başında zikredilmekte.
Yine bundandır ki Anayasanın 136. maddesiyle genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı Kanununun başındaki “kuruluş ve görevleri”ne dair ilk maddesi, “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” yetki ve vazifesini Diyanet’e vermekte…
Kısacası, devletin Diyanet aracılığıyla okullardaki “din dersleri” dışında toplumdan gelen “din eğitimi ve öğretimi talepleri”ni karşılaması, öncelikli anayasal görevi.
Nitekim, daha önce de anayasada yer alan bu fıkraya göre, 12 Eylül öncesi Adalet Partisi azınlık hükûmeti tarafından tatilde okullarda Kur’ân öğrenimi ve dinî bilgiler verilmesine dair düzenlemeler ve gerekli yasal hazırlıklar yapılmıştı.
“YURT FÂCİASI”NI
İSTİSMARA VERİLECEK CEVAP
Bir sohbetimizde dönemin Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Abdullah Nişancı, yaz aylarında okullarda Kur’ân öğretimi ve din eğitimi ile ilgili bazı mahfillerden gelen “itirazlar”a, “Bodrum katında illegal bir Kur’ân öğretimi mi, dördüncü katta devletin denetiminde bir din eğitimi ve Kur’ân öğretimi mi?” diye sorduklarını ve muhataplarının ikna olduğunu anlatmıştı. Ne var ki 12 Eylül darbesi, birçok hayırlı icraatın önünü kestiği gibi bu hizmeti de inkıtaa uğratmıştı.
Keza, Meclis Millî Eğitim Komisyonu Başkanlığı yapan Diyanet İşleri eski Başkanı Tayyar Altıkulaç, bir röportajımızda devletin okullardaki “din dersleri” dışındaki Kur’ân öğretimini ve din eğitimini vermesinin anayasa ve yasalar gereği olduğunu belirtmişti.
Millî Eğitim Bakanlığının on binin üzerinde pedagojik formasyona sahip din dersi öğretmeninin ve Diyanet’in seksen bini aşkın yeterli din görevlisinin yaz aylarında görevlendirilebileceği teklifini getirmişti.
Başta imam hatip okulları olmak üzere, ilköğretim okullarının yaz aylarından boş duran binalarında “yaz kursları” düzenlenerek isteyen vatandaşlara ve çocuklarına en azından Kur’ân-ı Kerim öğretilebileceğini ve gerekli din eğitiminin verilebileceğini söylemişti.
Peki, AKP siyasî iktidarı, niçin bir türlü bu tekliflere yanaşmıyor? Neden hâlâ “yaş yasağı”nı kaldırmıyor? Anayasa’da ve uluslar arası anlaşmalarda açıkça devlete tevdi edilen bu “görev”in ifâsından kaçınıyor?
Millet, temel hak ve hürriyetleri, inanç ve eğitim hakkını hep erteleyip ötelesin diye mi irâdesini emânet etti?!
Hükûmet günübirlik siyasî rant hesapların peşini bırakıp artık Türkiye’nin gerçek gündemine bakmalı. “Yurt fâciâsı”nı istismar eden mihraklara verilecek en iyi cevap budur…
08.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|