Adalet ve kalkınma arasında nasıl bir ilişki söz konusudur? Tarih, tarihe damgasını vurmuş medeniyetlerin terakkîsinde adaletin önemli role sahip olduğunu kaydeder. Adaletsizliğin hükümran olduğu topraklar ise tarih boyunca acı ve gözyaşlarıyla anılagelmiştir. Bediüzzaman’ın “Saadet-i beşeriye dünyada adalet ile olabilir” sözü de bu ilişkiyi gözler önüne serer.
İnsanın tarih boyunca ısrarla aradığı ve semâvî kitapların da özellikle vurguladığı bir kavram olan adalet, Kur’ân’ın dört esasından biridir. Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde genellikle düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yola iletme, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılan “adalet” kavramı, “İsm-i Adl”in bir cilvesi olarak yaradılışta da, insanın fizyonomik yapısı ve kâinattaki uyumu, ahengi ve estetik görünüşü ifade eder. Kâinattaki yerli yerindelik, uyum, ahenk ve tekâmül adalet sıfatının tecellîsidir ve modern hukukun bu anlamda Kur’ân’ın ortaya koyduğu adalet düşüncesinden çıkaracağı önemli dersler vardır. Allah inancını öldüren bir modernlik anlayışının gerçek anlamda adaleti tesis etmesi, mutluluğu ve kalkınmayı elde etmesi mümkün değildir. Bu anlayıştan Müslüman toplumlarının ne derece etkilendiği farklı bir konudur; ancak İslâm âleminde de adalet anlayışının ve uygulamalarının genellikle siyasete kurban edilmesi bizim en büyük problemlerimizden biri olmuştur. Bu ne yazık ki bugün de geçerliliğini korumaktadır. Meselâ, Hz. Ömer’in ‘Adalet mülkün temelidir’ sözündeki mülk kâinattaki mükemmeliyeti adalet noktasında ortaya koyar. “Mülk”ü “devlet” olarak algılayıp, beka-yı devlet adına bunu kutsamak ve bu uğurda bir dizi adalet dışı uygulamaları hukuk adı altında yapmak temel yanlışlarımızdan biri olmuştur.
Bugünkü hukuk devleti arayışlarımız, ister istemez, Kur’ân’ın adalet anlayışına yaslanmak zorundadır. Kur’ânî yaklaşım, insanı merkeze alan “hukuk devleti” anlayışının özünü oluşturmaktadır. Buna göre; “Birisinin hatası ile başkası cezalandırılamaz”, “Hak haktır, büyüğüne küçüğüne bakılmaz. Bir fert, umumun selâmeti için dahi feda edilmez. Toplumun selâmeti için ferdin hayatı veya hakkı feda edilemez. Hem bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez.”
Hukuk devleti, insan haklarının gerçekleştiği devlettir. Bizde, hukukun bu anlamda adalet üretememesi hukuk ve adalet ile ilgili tartışmaların özünü oluşturmaktadır. Otoriterizmin kendi varlığını ve çıkarını devam ettirebilmek adına, meşrûluğunu hukukla bağdaştırma çabası ve adaleti kendi çizdiği sınırlar içine hapsetmesi, o sınırlar içinde sıkışmış “sosyal yapı”nın aradığı adaletle veya ideal adalet anlayışıyla örtüşmemektedir. Meselâ; inançlara, fikirlere hukuk adı altında yasaklar getirilebilir, yasaklar yazılı bir hukuk metnine dönüştürülebilir; ancak bu durum hiçbir zaman ideal adalet anlayışının sağlandığını göstermez. Dolayısıyla bugün sivil anayasa oluşturmak isteyenlerin bu olguları göz ardı etmemeleri gerekir. Var olan düzenin devamı adına adalet duygusunu zedeleyecek düzenlemelerden kaçınılmalı, temel dinamik adalet olmalıdır. Modern bir toplum kurmak isteyenler, artık Namık Kemal gibi “Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imha-yı hürriyet / Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten” mısralarını mazlûmlara söylettirme alışkanlığından vazgeçmelidirler.
Esas itibariyle adalet, doğrudan ayrılmamak, hakka riâyet etmek, herkesin hakkına tamamıyla riâyet etmek, bir şeyin ya da birinin hakkını vermek, hak tanırlık, doğruluk ve insaf gibi anlamlara gelir. Adaleti, salt insan ve devlet arasında, soğuk mahkeme duvarları arasında cereyan eden ilişkiler şeklinde sığ bir algılamadan kurtulmamız gerekmektedir. Adalet; insanın insanla, insanın içinde yaşadığı toplumla ve diğer varlıklarla; daha da önemlisi Yaratıcısı ile ilişkilerinde en çok ihtiyaç duyduğu bir duygudur. Bir karıncanın incitilmemesinde, bir işçinin emeğinin karşılığı alnının teri kurumadan verilmesinde, bir yetimin gözetilmesinde, bir kimsenin malının gasbedilmemesinde, kulluk bilincine varılmasında önemli saik hep adalettir; adalet olmalıdır.
Adalet duygusunun yok olması ise beraberinde yozlaşmayı, kokuşmayı ve gerilemeyi getirir. Dolayısıyla, kalkınmayı hedefleyen ve eşitliği esas alan cumhurî bir idarenin, “adalet ve kalkınma”nın şaşaalı tabelâlardan ibaret olmadığını iyi bilmesi gerekir.
19.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|