Gürcistan’ın Güney Osteya’ya girmesi ve Rusya’nın karşı müdahâlesiyle baş gösterip ABD’nin Karadeniz’e savaş gemilerini sokma emr-i vakisiyle tırmanan Kafkasya krizi karmaşasında, içte bir dizi kırılma gözden kaçmakta.
Zira ekonomideki kritik süreç devam ediyor. Ekonomiden sorumlu bakan bile önümüzdeki dönemde açık açık kriz uyarısında bulunuyor. Otomatiğe geçilen elektrik ve doğal gaz zammından sonra Ramazan ayı öncesi gıdada da zam furyası devam ediyor.
Diğer yandan, geçtiğimiz yıl Ankara Anafartalar çarşısındaki dehşet verici bombalamayla başlayan, “küçük ve kopya bir hücre”ye verilmekle âdeta kapatılan Amerikan İstanbul Başkonsolosluğu önündeki saldırıyla yeniden sahneye konulan ve Güngören’deki kanlı katliâmdan sonra Mersin ve İzmir’deki patlamaların yalnız “tetikçileri” açıklanıyor.
Olayların arkasındaki azmettirici yabancı gizli servislerden, ifsat şebekelerden söz edilmiyor. Bunun gibi kısa bir aradan sonra her biri ayrı bir “felâket” ve “fâciâya” dönüşen orman yangınlarının sebebi araştırılmıyor, resmî demeçlerle, görünürdeki bazı “nedenler”le geçiştiriliyor.
Özetle Türkiye, dalgaların ortasındaki yelkensiz gemi gibi iç ve dış mihrakların dayattığı gündemin ortasında yalpalıyor; kendi gerçek gündemine bir türlü odaklanmıyor, odaklanmasına fırsat verilmiyor.
Siyasî iktidarın günübirlik politik atraksiyonlarla günü gün etme ve kamuoyunu oyalama oyunu da “yalpalama”yı etkiliyor...
İNANÇ VE EĞİTİM HAKKINDA GERİYE GİDİLDİ…
Ve bu “yalpalama” içinde Türkiye temel hak ve hürriyetlerde ne yazık ki geriye gidiyor. İnanç ve ibâdet hürriyetinde, din eğitimi ve öğretiminde elde edilen haklar kaybediliyor.
Yalpalama, şüphesiz daha önce başlamıştı. Bilindiği gibi daha 2002 seçimleri öncesi “Millî Görüş”ten kopan “yenilikçiler”, başörtülü milletvekili adayı kabul etmeyeceklerini açıklamışlar; üstelik buna “yasal engel” olduğunu söyleyerek Anayasa’nın açık hükmüne aykırı olarak Anayasa Mahkemesi’nin “gerekçesi”nin yasadışı yasağa dayanak edilmesine âdeta meşrûiyet kazandırmışlardı.
Bir yıl sonra gelen mahallî seçimlerde de AKP yönetimi “mayınlı arazi”den uzak durma hesabına yine başörtülü belediye başkanı adayı kabul etmedi. Ancak bununla da kalmadı; bizzat belediye başkanları, listenin sonlarından seçilen başörtülü belediye meclisi üyelerini de “yasal engel” diye toplantılara almadılar.
Yalpalama devam etti. Denizli Belediye Başkanının eşinin 23 Nisan törenlerine katılmak için “yasa gereği” deyip başını açmasının ardından, bir başbakan yardımcısı mâlûm mahfillere şirin gözükmek adına “şarabın kalitesini anladığı”ndan dem vurdu. Bir diğeri, binlerce öğrenciyi eğitim hakkından başörtüsü yasağının “Türkiye’nin yüzde bir buçuğunun meselesi” olduğunu söyledi.
Keza “başvurumu geri çekmekle kadınlara hakaret etmem” diyen dönemin Dışişleri Bakanının eşi, “eşinin konumundan dolayı” AİHM’deki dâvâsını geri çekti. Hükümet’in Strasbuorg’a gönderdiği “savunma”da tıpkı “yasakçılar” gibi, başörtüsü, “laikliğe aykırı”, “gerginlik sebebi” ve “siyasî simge” olarak tanımlanarak “üniversitelerde yasaklanması”nın mevzuata uygun olduğu ileri sürüldü.
Bu arada başörtüsü yasağını üniversitelerde kaldırmak amacıyla anayasanın iki maddesini değiştirmekle “düzeltme” yanlışı, yasağı daha da azdırıp yaygınlaştırdı. Medya ve mâlûm mihrakların serriştesiyle daha önce yasakta katı davranmayan bazı vakıf ve özel üniversiteler de yasağı dayatmaya başladılar. Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu değişiklikleri “laikliğe aykırılık”la iptali, tamamen keyfî, kanunsuz başörtüsü yasağını âdeta “yasallaştırdı.” Ve bir başka bakan, “Başbakan hiçbir zaman başörtüsü yasağını kaldırma sözü vermedi” diye “nokta” koydu…
SİYASETTE FAY HATTI KIRILMASI…
Kırılmalar bununla da bitmedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin şortla denize girmeyi yasaklayıp mayo şartını koşması ve kaldırılan bazı müstehcen âfişlerin mâlûm medyanın gürültüsü üzerine yeniden asılması benzerî “yaranmalar”ın ardı arkası kesilmedi.
Kısacası, bilhassa iktidar partisini “kapatma dâvâsı” sürecinde ve sonrasında; siyasî iktidar âdeta teslim alındı. Tâbirlerince “ehlileştirildi.” “Sistemle entegre” adı altında “neo AKP”, yeni anayasa, başta inanç ve eğitim hakkı olmak üzere hak ve özgürlükleri rafa kaldırdı. AKP Genel Başkan Vekili, “Gelinen noktada artık yeni anayasa mümkün değil” açıklamasını yaparak, bir nev'î “teslim tutanağı”nı açıkladı. İktidar partisine mensup bir belediye başkanının, yine bazı odaklara “sevimli” görünmek ve partinin “laikliğin odağı” olmadığını göstermek hesabına “İlmihal yerine on binlerce Nutuk dağıtımı kampanyası” bunlardan biri.
Yine iktidar partisi Genel Başkan Yardımcısının, gençliğin müstehcenlik, uyuşturucu ve kötü madde bağımlılığından kurtarılması için AB ülkelerini emsal alan bazı tedbirleri ihtiva eden tasarı teklifinin daha Meclis’e verilmeden bizzat Başbakan’ın “azarı” ve “uyarısı”yla geri çekilmesi ve “bu teklifin partinin program ve tüzüğüne aykırı olduğu”nun resmen açıklanması, bunun bir diğer örneği…
Şimdi de “lütfen bir kadeh sayın Başbakan”la başlayan “kampanya”yla yalpalama ve siyasette fay hattı kırılması sürüyor. Bakalım nerede duracak?
30.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|