Tutarlı ve basiretli hareket etme, istikamet ve hakta isabet etme ve bir şeyin mahiyetini görebilme özelliğine feraset denmektedir. Bir mü’min önceden bir işin mahiyetini ve içyüzünü görebilecek seviyeye gelmişse ona ferasetli denir.
Ferasetin kalpte bulunan iman nuru ile alâkası vardır. İnsanın feraset sahibi olabilmesi için kalbini art niyet ve peşin hükümlerden arındırması şarttır. Bununla beraber feraset delil, tecrübe, akıl ve fıtrata uygun geleceği okuyabilme özelliğidir. Bu özelliğe sahip olan bir “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.” (Buhari, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63) “Mü’min akıllı, zekî ve uyanıktır.” (Suyutî, Câmiu’s-Sağir, 2:571)
Geleceği kesin olarak elbette Allah bilir; ama akıllı bir insan geçmişin tecrübeleri ve kişilerle olaylar konusundaki bilgileri ile geleceği görebilir. Bu ise akıl, ilim ve kalbin müşterek faaliyetinin sonucudur.
İslâm bilginleri aklın tarifini yaparlarken “Geçmişten geleceği, olmuştan olacağı bilmek” demişlerdir. Geçmişin tecrübeleri, eşya ve olayların mahiyet ve özellikleri insan aklının önüne geniş bir kapı açarak gelecekle ilgili fikir verir. İnsanla ilgili bilgisi sayesinde şeytan meleklere “Yeryüzünde fitne çıkaracak ve kan dökecek olan insanı neden yaratıyor. Biz Allah’a ibadet için yeterli değil miyiz?” (Bakara, 2:30) diyerek vesvese vermişti. Bu şeytanın, insanın nefsini ve mahiyetini bilmesinden kaynaklanan geleceğe ait bilgisinden kaynaklanmaktaydı.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de “Ey İman endeler! Allah’tan korkarak hareket eder de takva dairesinde bulunursanız Allah size hakkı batıldan ve doğruyu eğriden ayıracak bir kabiliyet, bir nur verir” (Enfal, 8:29) buyurur. Peygamberimiz (asm) de “Mü’minin ferasetinden korkun, o Allah’ın nuru ile görür” (Tirmizî, Tefsir, 6) buyurarak, mü’minin Allah’ın kendisine verdiği kabiliyet ile geleceği göreceğini ve girift işlerin hakikatine erebileceğini ifade etmişlerdir.
Feraset iman nuru ile kâinata ve olaylara bakmak demektir. Yüce Allah, kâinattaki vahdaniyet delillerini sayarak bizlerin nazarına ve tefekkürümüze sunarken “Feraset sahipleri için elbette bunlarda ibretler ve deliller vardır” (Hicr, 15:75) buyurarak buna işaret eder. Feraset imandaki derinlik ve yakîn bilgisidir. Mutasavvıflar “İnsan haramlara gözünü, haram gıdaya ağzını ve midesini kapatır, şehevânî duygulardan uzaklaşır, içini iman ve marifetle, dışını sünnet-i seniyyeye uymakla terbiye ederse feraseten asla yanılmaz” demişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim’de feraset sahiplerinden örnekler veren yüce Allah, temiz fıtratları, akılları ve bilgileri ile nasıl gerçeklere ulaştıkları konusunda firavunun karısı Hz. Âsiye’yi, Şuayb’ın kızını örnek gösterir. Firavunun karısı ve Hz. Şuayb’ın kızı her ikisi de Hz. Musa’yı keşfetmişlerdi. Aynı şekilde Hz. Hatice (ra), Peygamberimizin geleceğini keşfederek onunla evlenmişti.
Bediüzzman Said Nursî Hazretlerinin gelecek ile ilgili keşifleri ve keşfiyâtları, ferâsetin en güzel örnekleridir. Risâle-i Nurlarda bu konuda pek çok örnekler bulmak mümkündür. Bunların en meşhuru Şeyh Bahid Hazretlerinin de dikkatini çeken ve “Bediüzzaman” denmesine sebep olan geleceğe ait “Avrupa İslâm’a hamiledir, bir gün gelecek doğuracaktır. Osmanlı da Avrupa’ya hamiledir. Günü gelince doğuracaktır” ifadeleri Bediüzzaman’ın ferasetine en güzel örnektir.
Sonuç olarak “ehl-i iman ne kadar âmî ve cahil de olsa, aklı derk etmediği halde kalben ve ruhen” ferâset sahibidirler. (Mektubat, 2004, s.702) Kalben ve ruhen bazı şeyleri hissederler. Bu, mü’minlerin umumunda bulunan ferasetin gereğidir.
30.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|