(Memleket manzaraları - 2)
Türkiye’de, Türkiye’yi yaşamadan dünya üzerine ahkâm kesmek... Menfî ve müsbeti görmeden mukayesede bulunmak... Ülkemizi medenî dünya kıstaslarıyla değerlendirmek elbette hoş bir şey değil... Ülfet perdesi altında insanımızın maruz kaldığı işkenceyi yine insanımıza anlatmak da zor. Çinlinin pirinçten başka nimet tanımamasına benziyor, şu işkenceli hayatı kanıksayanların hâli...
Bilhassa şehir hayatında, çevrenizin renkli ve resimlerle çevrildiğini ve size düşünme fırsatı verilmeden şekillerin zıp zıp hareketliliğini düşünün. Trafik lambasında, otogar veya havaalanında, doktoru bekleme odasında, kamu dairelerinde iş takip sırasında bizi rahat bırakmayanlar ve mütemadiyen gulyabanilerce bizi takip eden ekranlar. Milyonlara varan kalabalıkların gün boyu bir arada ve birbirlerine tek kelime konuşmadan geçen zamanlarını düşünün. Dâhî de olsanız, bu manzara içinde evvelâ düşünmeyi, sonra da konuşmayı unutursunuz. Zamanla insanî duygularınızı; sevmek, ürpermek, kötüden uzaklaşmak, saygı göstermek, nezaket, nezahet gibi daha bir çok temel hislerinizi kaybedersiniz.
Ülkemizin büyük bir üniversitesinin tıp fakültesi hastanesinin genişçe bekleme salonundayız... Salonun üç cihetinde üç adet büyük duvar ekranı... Birisinde sürmenaj haberleri, diğerinde gayr-ı insânî müstehcen şovlar ve üçüncüsünde hokkabazlıklar... Burası Türkiye’nin eski bir cumhurbaşkanının ismine kurulmuş büyükçe bir tıp merkezi... Medenî ülkelerde skandal veya maskaralık addedilecek manzaralar... Fakat insanlar bu dehşet altında şikâyetçi görünmüyorlar... “Söz gümüş ise, sükût altındır” diyen bir milletin çocuklarının akıllarını geveze, ruhlarını sersem ve kendilerini divane yapma seanslarını bu ülkede kime şikâyet edeceksiniz? Zira sağlık müesseseleri, o dev ekranları, üniversiteye, ruhumuzu ve bedenimizi zararlı unsurlardan korumakla vazifeli bakanımızdan gizlice koymadıklarına göre...
En önemlisi de milletin yakalandığı manyetik durumdur. Perişaniyetinden habersizce kendisini tahrip edenlere yardım ediyor.
İstanbul Deniz Otobüslerine bindiğinizde de aynı görüntü ve gürültü rezaletini yaşıyorsunuz. Halbuki siz, kafanızı ve gönlünüzü dinlendirmek üzere denize açılıyorsunuz. Deniz otobüsünü diskoteğe çeviren ekranlar, burada da sizi ıztıraplı bir mengeneye alıyorlar... Şehirler arası otobüslere konan ekranların fecaati ise, tasvir edilemeyecek kadar dehşetli. En pespaye, müstehcen, argo ve küfür dolu sahneleri seyretmeye mecbur bırakılmışsanız muâvin veya şoför ile macera yaşayacaksınız demektir. Elifi mertek gören delikanlı; Kemal Sunal ve Recep İvedik formatlı ahlâksızlık dolu saçmalıkları size seyrettirmek için epeyce hak, hukuk ve demokrasi nutukları atacaktır. İnce ayarları bilemezseniz, cıngardan kurtulamazsınız.
Size şu hususu vurgulamak istiyorum: Avrupa’nın hiçbir ülkesinde, Türkiye’mizdeki müptezel görüntü ve gürültü rezaleti yaşanmaz. Milletimizin gençliğiyle alay edercesine havalimanlarında ve alış veriş merkezlerinde iğrenç panolar sergilenmez. Çünkü oralarda, hürriyet içinde kötüye, çirkine, sefahet ve ahlâksızlığa itiraz hakkı verilmiştir millete... Bizde böyle bir hak var mıdır? Sefih ve dinsiz odaklara yaranmak, mevcut pozisyonunu korumak ve mukaddes değerleri biraz daha istismar ile küpü doldurmak için millete “zillet sürecini” yaşatan hükümet ve belediyelerimiz itirazınızı duymazlar... Duysalar da genel gidişâta aykırı davranıştan dolayı faturayı yine size çıkarırlar... Zira bizde, sefahet-i mutlaka şimdilik çağdaşlık çerçevesinde rejimin koruması altındadır.
29.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|