AKP, hakkında verilen “kapatmama ve onun yerine hazine yardımından kısmî kesinti” kararını coşkuyla ve şenliklerle karşıladı, ama bu kararın gerek kendisi, gerekse siyasetin tümü için kısıtlayıcı ve daraltıcı sonuçları üzerinde durmaya nedense gerek görmedi.
En azından kamuoyuna yansıyan tavrı, Meclis Başkanının “Herkese oh dedirten bir karar” şeklinde ifade ettiği yorum paralelinde oluştu.
Oysa işin arkaplanı, hür siyaset adına son derece ciddî ve vahim bir tabloyu ortaya koyuyordu ve AKP’deki tecrübeli politikacıların bu durumun farkında olmamaları mümkün değildi.
İşin bu boyutunu kamuoyu önünde tartışmaktan kaçınıp “Kararla demokrasinin önü açıldı” mesajını öne çıkaran iktidar partisi, kapalı kapılar ardındaki değerlendirmelerinde ne kadar derin bir problemle karşı karşıya olduğunu konuşuyor ve çözüm arıyor mu, bilemiyoruz.
Gerçek şu ki, Anayasa Mahkemesinin önce 5 Haziran’daki “başörtüsü,” ardından 30 Temmuz günü açıkladığı AKP kararları, Meclis iradesini iptal eden yargı müdahaleleri anlamına geliyor.
Bu müdahaleler için yapılan “Askerî vesayetten yargı vesayetine geçiş” yorumu bunu ifade ediyor. Tabiî, askerî vesayetin sona erip ermediği ayrı bir bahis. Devir-teslim törenlerinde yapılan konuşmalar yeterince fikir vermiyor mu?
Ancak yargı vesayetinin olanca ağırlığıyla siyasetin ve Meclisin üzerine çöktüğü, bir vâkıa.
“Çelik korse” benzetmesinin de bu vesayet için kullanılan bir diğer ifade biçimi olduğu mâlûm.
Oluşan nihaî tabloya dair daha genel ve kapsayıcı bir niteleme ise, Türkiye’nin yeni bir ara rejim dönemine girdiği yorumuyla seslendiriliyor.
Son kararın üzerinden neredeyse bir ay geçti. Ve AKP, işin bu tarafına ilişkin suskunluğunu ısrarla korudu. Buna karşılık, onun söylemekten kaçındığı acı gerçeği MHP lideri seslendirdi.
AYM kararları ile siyasetin “alacakaranlık riski”ne maruz hale getirildiğini; Meclisin anayasal yetki, görev ve fonksiyonlarının mahkeme kararıyla sınırlandırılmasının toplumsal ve siyasî tıkanıklıklara yol açacağını vurgulayan Bahçeli, çözüm olarak mahkemenin görev ve yetkilerinin yeniden tanzim edilmesi gerektiğini söyledi.
Ve bu hususta parti olarak 70 milletvekilleriyle her türlü katkıya hazır olduklarını deklare etti.
Siyasetteki tatil rehavetinin devam ettiği bir ortamda MHP’yi böyle bir çıkış yapmaya sevk eden en önemli sebep, AKP hakkındaki kapatma dâvâsıyla kendisine de aba altından sopa gösterilmiş olması. Çünkü bu dâvânın temel gerekçesini oluşturan başörtüsü düzenlemesini AKP ile birlikte çıkardılar. Dâvâ AKP’ye açıldı, ama süreç boyunca MHP de adeta ecel terleri döktü.
Şimdi Bahçeli AKP’nin sürekli kapatılma tehdidi altında bulunduğunu vurgularken, aynı zamanda kendi sıkıntısını da açığa vurmuş oluyor.
Peki, bu durumu ortadan kaldırmak için dile getirdiği çözüm teklifinin gerçekleşme şansı ne?
Geride bıraktığımız dönemde yaşanan bunca gerginlik ve bunların oluşturduğu mâlûm tablo olmasaydı, yüksek yargı organları—27 Mayıs’la ilgili talihsiz sözlerin de sahibi olan—Danıştay Başsavcısının ifadesiyle ilk defa kendi varlıklarını koruma ve savunma pozisyonuna girmiş olmasalardı, belki netice alma ihtimali olabilirdi.
Veya, yüksek yargı adına sergilenen kurumsal reflekslerin siyasetteki seslendiricisi olma misyonunu üstlendiği gözlenen CHP, MHP’nin teklifine sıcak bakmış olsaydı, şu ortam ve konjonktürde bile bir çözüme ulaşma ümidi doğabilirdi.
Ama görünen o ki, işaretler o yönde değil.
Tam tersine, kurumlardaki “rejimi koruma” refleksi hâlâ ayakta. CHP de bilinen çizgisinden zerrece inhiraf etmeden tavrını devam ettiriyor.
AKP’nin MHP’ye “CHP de katılırsa olur” cevabı vermesi bundan. Çünkü bir kez daha yaşayarak gördü ki, özellikle bu çeşit kritik konularda sadece MHP desteği sonuç almaya yetmiyor.
Dahası, başına daha büyük dertler açabiliyor.
29.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|