Anayasa Mahkemesinin AKP'ye verdiği “ihtar,” partiye sistemin mayınlı alanlarında en küçük bir adım atma imkânı bırakmadı. Dolayısıyla, AKP iktidarında yaklaşık altı yıldır yer yer daha da şiddetlenerek devam eden 28 Şubat uygulamalarını kaldırma veya hafifletme umutları tamamen ortadan kalktı.
Yani AYM’nin önce başörtüsü, sonra kapatma dâvâsında verdiği kararlarla çifte çelik korse giydirilen AKP iktidarda kaldığı müddetçe bu uygulamaların yol açtığı mağduriyetler sürecek.
Bu böyle, ama asıl garip olan şey, mağdurlar cephesinde, 28 Şubat’ın on senedir gasp ettiği haklarını AKP iktidarının devamına feda eden tuhaf bir anlayışın seslendirilmeye başlanması.
Bazıları diyorlar ki: “Başörtüsü, din eğitimi, imam hatip, katsayı gibi konuların gündeme getirilmesi, mâlûm cephenin heyheylerini tırmandırıyor ve bu yüzden AKP’yi zora sokan rejim krizleri çıkarılıyor. Onun için bu konulardaki çözüm talep ve ısrarımızdan vazgeçip, bunları genel ortam normalleşinceye kadar tehir edelim.”
Azgın bir azınlığın şirretliği karşısında boyun eğip teslim bayrağı çekmekten başka bir anlam ve izahı bulunmayan bu mantığın savunulur bir tarafı var mı, olabilir mi? Nerede hakkın hatırı?
Tamam, Bediüzzaman’ın gürültüyü yatıştırıp sükûneti sağlamak için geçici bir taktik olarak tavsiye ettiği “haksıza yardım” diye birşey var.
Mektuplarından birinde bunu şöyle anlatır:
“Eski Harb-i Umumîde (Birinci Dünya Savaşı), Rusya’nın şimalinde, 90 zabitimizle beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk. O zatların bana karşı çok ziyade teveccühleri bulunmasından, nasihatle gürültülere meydan vermezdim. Fakat birden asabiyet ve sıkıntıdan gelen bir titizlik, şiddetli münakaşalara sebebiyet vermeye başladı. Ben de üç-dört adama dedim:
“ ‘Siz nerede gürültü işitseniz, gidiniz, haksıza yardım ediniz.’
“Onlar dahi öyle yaptılar, zararlı münakaşalar kalktı. Benden sordular:
“ ‘Neden bu haksız tedbiri yaptın?’
“Dedim:
“ ‘Haklı adam insaflı olur; bir dirhem hakkını, istirahat-ı umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enaniyetli olur; feda etmez, gürültü çoğalır.’ ” (Şualar, s. 284-5)
Açıkça anlaşıldığı üzere haksızların çıkardığı şamatayı susturma amacıyla sınırlı geçici bir taktik bu. Yoksa onların zulüm ve haksızlıklarının ve yol açtıkları mağduriyetlerin ilânihaye devamına imkân verecek bir teslimiyet fetvası değil. Öyle yorumlanırsa işin içinden çıkılamaz.
Temel haklar, baskıcı ve tahakkümcü bir şirretliğin, olmayan ve hiçbir zaman da olmayacak insafına terk edilemez. Hak taleplerini gündeme getirmenin şartı olarak gösterilen “normalleşme” de onların keyfine bırakılarak sağlanamaz.
Olsa olsa, önceki tecrübelerden çıkarılacak derslerle, yine gürültü ve şamata yapmalarına imkân ve fırsat vermeyecek akılcı stratejilerle hareket edilir, ama haksızlıkları ve mağduriyetleri sona erdirme hedefinden asla vazgeçilmez.
Hakları erteleyen tavırdaki bir başka yanlış da, demokrasi, hak, hukuk ve özgürlük mücadelesinin kaderini bir siyasî partiye endekslemiş ve dahası, o partinin muhafazasını, yıllardır gasp edilen en temel hakların iadesi için verilmesi gereken mücadelenin önüne geçirmiş olması.
Asıl olan parti mi; yoksa tesettür mü, din eğitimi mi, insanlara dinlerini öğrenme ve yaşama imkânının verilmesi ve bu yoldaki engellerin kaldırılması mı? Bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek çelik korseler giydirilip kıskaca alınarak baskıcı ve dayatmacı uygulamaların taşeronu durumuna düşürülen bir partinin bu haliyle muhafazasını, hakların iadesi ve mağduriyetlerin izalesi mücadelesinden daha önemli gören bir anlayışla nereye varılabilir ki?
Dileriz, mağdur çoğunluk bu yanlış telkinlere itibar edip zulmün devamına fetva verdirmez...
23.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|