Yıllardır YAŞ kararıyla ordudan yapılan ihraçların Org. Yaşar Büyükanıt dönemine kadar olanlarında gösterilen gerekçe, genel olarak “disiplinsizlik” tabiriyle ifade edilmekteydi. “İrtica” da, başka birtakım ideolojik faaliyetler de, çete bağlantıları da, gayri ahlâkî davranışlar da bu kelimenin kapsamı içerisindeydi.
Özellikle 28 Şubat sürecinde çok artan “irtica” gerekçeli ihraçlarda, ilgili personelin namaz kıldığı, dindar olduğu, hanımı başını örttüğü için ordudan atıldığı şeklinde bir algılama oluştu.
28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanına atfen çıkan “Her namaz kılanı ordudan atsak, Askerî Şûrâya üye bulamazdık” gibi sözler dahi bu algılamayı değiştirmek için yeterli olamadı.
Ve bu konu, defaatle seslendirilen “İrtica ile mücadele, mütedeyyin kitleleri incitmeden yapılacak” taahhüdüne rağmen, dindarların askere bakışında sıkıntı kaynağı olmaya devam etti.
Bilhassa başörtüsünü “türban” diye adlandırıp “siyasal İslâmın ve irticanın simgesi” olarak gören yaklaşımdaki ısrar bu sıkıntıyı kanayan bir yara halinde büyüterek bugünlere getirdi.
Farklı sebeplere dayalı YAŞ ihraçlarının özellikle “irtica” gerekçeli olanlarının sürekli nazara verilip gündemde tutulması da işi katmerledi.
Bu arkaplan dikkate alındığında, son YAŞ’tan hiçbir ihraç kararının çıkmaması ister istemez dikkatleri çekerken, kendilerini bu yönde şartlandırmış olan laikçi cenahı çok öfkelendirdi.
“Çankaya kalesini kaybettik, şimdi asker de mi irtica karşısında teslim bayrağını çekti?” gibisinden provokatif değerlendirmeler yapıldı.
Oysa bu son derece önemli ve aynı ölçüde duyarlı konunun çok dikkatli ele alınması lâzım.
Bir defa, her YAŞ toplantısının, sadece ihraç kararı alınıyormuş ve bunların da çoğu irtica gerekçeliymiş şeklinde yorumlara konu olmasının öncelikle TSK’yı rahatsız etmesi beklenir.
Zira YAŞ, tayin ve terfiler başta olmak üzere orduyu ilgilendiren birçok konunun komutanlarca ele alınıp değerlendirildiği bir platform.
Orada konuşulanları ihraçlara ve irticaya indirgemek, ordunun başka bir meselesi olmadığı ve bunlara saplanıp kaldığı; dahası “irtica”nın TSK’ya sızmasının onca çabaya rağmen engellenemediği ve Genelkurmay’ın bu konuda çaresiz kaldığı gibi sonuçları da beraberinde getirir.
YAŞ ihraçlarının yargı yoluna kapalı olmasından kaynaklanan tartışma işin bir diğer boyutu.
Bu konunun bu şekliyle senelerdir çözümsüz vaziyette sürüp gelmesinin asker üzerinde meydana getirdiği yıpratıcı tesir gözardı edilemez.
Son YAŞ’ın ihraçsız bitmesi, bu tartışmalı uygulamaya ara verip meseleyi yeniden değerlendirme mülâhazasının bir neticesi olabilir mi?
Bilemiyoruz. Ve öyle olmasını umuyoruz.
Tabiî, öyle bir durumda işin daha derinlerdeki kök ve temellerine inilmesi, “irtica” kavramının yeniden irdelenip, eğer illâ kullanılmaya devam edilecekse yanlış anlama ve uygulamalara meydan vermeyecek şekilde çok iyi tanımlanması; dinin ve dindarların kast edilmediği konusunda halkı ikna edecek söylemler geliştirilip uygulamaların da bu yönde geliştirilmesi lâzım.
Bu çerçevede, “samimî dindar” geniş toplum kesimlerini bünyelerinde barındıran cemaat ve tarikatlara bakış tarzının değiştirilmesi, onları “irtica odağı” ve “yasadışı yeraltı örgütü” gibi görme yanlışının terk edilmesi bir zorunluluk.
Buna bağlı olarak, halkın büyük çoğunluğunu iç tehdit saydığı için devletle milletin arasını açan uygulamalara kaynaklık eden; hem sivil iradeyi devredışı bırakarak hazırlanıp öyle uygulandığı için demokrasiyle çelişen; hem de ciddî hukuk ihlâllerine sebebiyet veren gizli anayasaların bir an önce tedavülden kalkması gerekiyor.
Elbette ki, bunlar için yerleşik düşünce kalıplarının ve şablonların dışına çıkılıp, farklı bakış açılarını da kucaklayan yaklaşımlara ihtiyaç var.
Özkök’le Büyükanıt’ın ara ara verdikleri ipuçları bu yöndeki değişime mi işaret ediyordu?
21.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|