Kalp, sevgi, korku, nefret, aşk, merhamet gibi daha birçok duyguları saklayan bir sır kutusudur. Bu duyguların tercümanı ise insandaki dil ve gözdür. Dil kelimelerle anlatır bu duyguları, göz ise yanaklardan aşağı akıttığı sıcak gözyaşlarıyla tercüman olur. Bazen gözyaşı kelimelerden daha etkili olur. Nasıl ki düzyazıya göre şiir daha etkilidir duygu olarak. Öyle de, gözden akan billur taneleri de kalbin şiiridir.
Gözyaşı vardır, sevincin alâmetidir. Gözyaşı vardır, korku ve hüznün işaretidir.
Gözyaşı vardır, merhamet ve şefkatin tecessümüdür. Ve gözyaşı vardır, Cehennem ateşini söndürür. Âlemlere rahmet olarak insanlığa gönderilen Efendimiz (a.s.m.), bu konuda şöyle buyuruyor:
“İki göz vardır ki onlara ateş dokunmaz: Biri Allah karşısında haşyetle gözyaşı döken göz; diğeri de hudut boylarında ve düşman karşısında uyanık duran gözdür.”
Bazı gözlerden bir damla dahi yaş gelmez. Yer gök ağlar, ama bu gözler ağlamaz! Maneviyattan uzaklaşan kalp hastalanınca, akıttığı irinler katılaşarak göz pınarlarını tıkar, sonra da kurutur. Kur’ân-ı Kerim bu kalpleri taştan daha katı olmakla vasıflandırır.
“Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi vardır ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de vardır ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.” (Bakara Sûresi, 74. âyet)
Köpük köpük yukarıdan aşağı dökülen şelâle gibi, gözlerinden yaş akıtan bir Japon kızını tanıtmak istiyorum bu yazımda. İlâhî nurla aydınlanan kalbi iman gözyaşları döktürüyor Faize’ye. Allah için akan bu gözyaşlarını görünce, ben de kendi halime ağladım. İmanın tadını unutmaktan, âyette vasıflandırıldığı gibi kalbimin taşlaşmasından korkup ürperdim. Ve bir hadis-i şerifte denildiği gibi “Ürpermeyen kalpten, yaşarmayan gözden Sana sığınırım Allah’ım!” diye duâ ettim.
Geçen yıl Müslüman olan 28 yaşındaki Faize’nin ihtida öyküsünü katılaşmaya yüz tutmuş kalpler yumuşasın dileğiyle, kendi ağzından sizlere aktarmak istiyorum.
“Adım Chihiro Sato. İslâmla şereflenince Faize adını aldım. İslâmla olan serüvenim antropoloji okuduğum üniversite yıllarında başladı. İngilizcenin yanında ikinci bir yabancı dil almak için okuduğum üniversitenin Arapça bölümüne gittim. Kontenjan dolduğundan giremedim. Bunun üzerine Tokyo İslâm Merkezine giderek Arapça eğitimime başladım. Hocam Endonezyalı bir profesördü. Çok hoş bir insandı. Güzel bir hoca-talebe ilişkisi kurduk. Beni ailesiyle tanıştırdı. Hocamın aile içinde eşi ve çocuklarına olan güzel davranışları çok ilgimi çekti. Evde kavga gürültü yoktu. Sakin ve karşılıklı saygı üzerine kurulmuş olan bir yaşantıları vardı.
“Japonlarda insana saygı duymak çok önemlidir. Bu güzel ailede saygı ve ihtiramın varlığını görünce onları daha yakından tanımak istedim. Ziyaretlerim sıklaşmaya başladı. Onlar vasıtasıyla Endonezyalı ve Türk ailelerle tanıştım.
“Biz Japonlar çok çalışırız. Sosyal münasebetlere ayıracak fazla vaktimiz olmaz. Bu ailelerle tanışınca çok büyük bir değer kaybettiğimizi anladım. Müslümanları farklı kılan şeyin ne olduğunu öğrenmek için İslâm kültürünü araştırmaya başladım.
“O sıralarda, Amerika’daki 11 Eylül olayları oldu. Medya Müslümanları suçluyordu. Medyada gördüğüm Müslüman imajıyla, kendi tanıdığım Müslümanlar arasında fark olduğunu gördüm. Batı medyasının Müslümanları karalama kampanyası başlattığını anlamakta gecikmedim.
“Müslümanlara duyduğum ilgiyi fark eden Japon hocam ‘Niye Tokyo Arap-İslâm Araştırmaları Merkezine gitmiyorsun? Oraya git, daha fazla mâlûmat alırsın’ dedi. Bunun üzerine Japon Müslümanların da görev aldığı bu merkeze gidip, haftada üç gün derslere katıldım. Bu merkezde Türk ve Uzakdoğu Müslümanlarının dışında Arap Müslümanları da tanıma imkânı buldum. Onları da diğerleri gibi sevdim. Müslümanların yakın dostluğu sayesinde, ileride Müslüman olacağıma iyice inanmaya başladım. Bu arada okulumdan Müslümanların orucu hakkında rapor hazırlamamı istediler. Bir ay oruç tuttum. Tabiî henüz Müslüman değildim. Ve orucu sevdim.
“Yine bu arada tanışmış olduğum Japon Müslümanlar, Müslüman olmadan önce kendilerine birtakım ilâhî işaretlerin geldiğini söylemişlerdi. Ben de Müslüman olmak için hep bir işaret bekleyip durdum.
“Bekledim... Bekledim... Bekledim. Ama beklediğim işaret bir türlü gelmedi!. Herhalde Müslüman olmaya hazır değilim diye düşünmeye başladım. Ve kendimi çalışmaya verdim. Tipik bir Japon gibi sürdürüyordum hayatımı. Ama aradığım şeyin durmaksızın çalışmak olmadığını anladım. (Faize bu işaret bekleme olayını ağlayarak anlatıyordu.)
Bir müddet sonra bir aylığına turist olarak Tunus’a gittim. Bu gezide daha iyi Arapça öğrenmek için muhakkak bir Arap ülkesine gitmem gerektiğine inandım. Tokyo’ya dönünce gazetede Kuveyt Üniversitesinin dil bursu ilânını gördüm. Kuveyt’e gitmek istediğimi Japon hocama açıkladım. O da ‘Kuveyt’te ne yapacaksın? Cehennem gibi sıcak bir ülke. Sen Japonsun, oralarda yapamazsın. İlla gideceksen Mısır’a git; Ürdün’e git. Ama Kuveyt’i asla tavsiye etmem’ dedi.
“Hintli Müslüman olan bir başka hocama sordum. Müslümanları sevdiğimi ve İslâmı araştırdığımı bilen hocam ‘Fırsatı kaçırma’ dedi ve bana burs için gerekli olan referans mektubunu verdi. Bunun üzerine hemen dil bursu başvurusunda bulundum. Çok az şansım olmasına rağmen burslu talebe olarak Kuveyt’e gelmem kabul edildi.
Kuveyt Üniversitesi Dil Merkezinde Arapça okumaya başladım. Üniversitenin kız talebe yurdunda kaldığım için Müslüman kızlarla çok yakın ilişki kurdum.
Artık gece gündüz hep Müslümanlarla beraberdim. Yavaş yavaş örtünmeye başladım. Önce uzun kol, sonra başıma örttüğüm ince bir şal ile başladım işe. Allah’a ve kadere inanmıştım, ama bir türlü Şehadet getiremiyordum. Çünkü bana gönderilecek olan işareti bekliyordum. Ama her nedense bir türlü gelmiyordu. (Burada Faize gözyaşlarına boğuluyor.)
“Bir gün kızlarla beraber Kuveyt İslâm Tanıtma Merkezine gittik. Orada görevli olan İngiliz İman Martin Müslüman olmak için işaret beklediğimi öğrenince ‘Bu işaret olayı iyice abartılmış. Sen çoktan Müslüman olmuşsun. Şehadet getir’ dedi. Bunun üzerine Şehadet getirerek Müslüman oldum hamd olsun. (Gözyaşları devam ediyor.)
“Şimdi bir şirkette montaj müdiresi olarak çalışıyorum. Kuveyt’te kalıp dinimi tam olarak öğrenmek istiyorum. Namaz, oruç ve örtü, hiçbiri zor gelmedi bana. Sadece Kur’ân ezberlemek zor geliyor. On kısa sûre biliyorum. Şu sıralar ise Şuara Sûresini ezberliyorum.
“Ailemin tepkisine gelince. Tatilde karşılarına örtülü olarak çıktım. Medyanın vermiş olduğu mâlûm Müslüman imajından dolayı biraz ürperdiler. Ama alışacaklar inşaallah.”
Bu güzel ihtida öyküsünü aktardıktan sonra, Faize gibi Hakkı arayanların duygularına tercüman olan Seyyid Nizamoğlu’nun bir ilâhisiyle son vermek istiyorum yazıma:
Gece gündüz döne döne
İstediğim Haktır benüm
Allah deyüp yana yana
İstediğim Haktır benüm
Yoluna terk edip canı
Akıtıp gözümden kanı
Ah eyleyüp dünü günü
İstediğim Haktır benüm
21.08.2008
E-Posta:
|