Cemiyetleri ve ülkeleri ayakta tutan temel direklerden biri ve belki de en önemlisinin aile olduğu her halde kabul edilir. Avrupa’nın en büyük yanlışlarından biri de, ‘aile’ kavramına savaş açıp, ‘çekirdek aile’yi teşvik etmesiydi. Neredeyse bir asra yaklaşan yanlış uygulamalar, hem nüfus artışını sıfırladı, hem de ülkeleri geri dönüşü zor bir bataklığa sürükledi.
Avrupa, yaptığı yanlışın farkına vardı ve hatadan dönmeye çalışıyor. Ne yazık ki bizde, yanlışta ısrar eden uygulamalara rastlanıyor. Zaten aramızdaki bariz fark bu. Onlar hatalarını görünce, yüksünmeden doğruya teslim oluyorlar. Bizde ise, ‘hata’nın hata olduğu bile kabul edilmiyor. Ta ki, gemi karaya oturuncaya kadar...
Peki, ‘aile’ bu kadar önemli de, ‘aile’yi muhafaza için gereğini yapıyor muyuz? Bu soruya ‘evet’ cevabını vermek imkânsız. En başta TV kanallarındaki yayın anlayışı ‘evet’ dememize engel. Güya aileye hitap eden yayınlar yapılıyor, ama bu yayınları ailece izlemek mümkün değil. Sadece reklâmların sebep olduğu tahrip düşünülse, kökten sarsıldığımız anlaşılır. Bu sorumsuzluğun faturasını nasıl ödeyeceğiz?
Hadisenin üzücü olan yönü, kamuoyunda ‘aile televizyonu’ imajı yaymaya çalışan, belki de başlangıçta bu maksatla yola çıkan TV kanallarının da bu hataya düşmesi. TV izleyenler şahittir ki, kanalların ‘logo’su, işareti kapatılmış olsa hangi kanal olduğu anlaşılmaz hale gelmiştir! Para karşılığı feda edilmek üzere olan değerlerimizi nasıl koruyacağız?
Mehmet Altan da kendisiyle yapılan bir röportajda ‘aile’nin önemine vurgu yapıp şöyle demişti: “Bence insan doğasında aile çok önemli. Anne, baba ve doğulan ortam. Buradaki kültürel girdiler çok hayatî. İnsan doğasında bu ilk ortamın belirleyici olduğunu düşünüyorum.” (Sabah, Pazar eki, 29 Haziran 2008)
Altan, “Siz de Margaret Thatcher gibi ‘Toplum diye bir şey yok, yalnızca aileler var’ mı diyorsunuz yani?” sorusuna da şu cevabı vermiş: “Bu görüşe çok yanlış demem. Aile çok önemli bir şey. İnsanın kültürel kodlarını anne ve baba şekillendiriyor. Kendinin göremediğini başkalarının üzerindeki yansımalarından görürsün ve bence kendini en iyi 40 yaşından sonra tanımaya başlarsın. Bu noktada da anne ve babana dönersin.”
Karikatürize edilmiş şekliyle, “Toplum yok, aile var” diyorsak o halde dört koldan ailenin tahrip edilmesi karşısında niçin susarız? Hâli hazırda, ‘aileden sorumlu devlet bakanlığı’mız bile olduğuna göre, gerekli tedbirleri alabiliyor muyuz?
Elbette ailenin korunmasını ‘devlet’e havale edemeyiz. Mutlaka onların da yapması gereken çok önemli görevler var, fakat önce sivil toplum kuruluşlarının harekete geçmesi lâzım. Sivil toplum kuruluşlarının, aileyi muhafaza etmek maksadıyla kurulan dernek ve vakıfların ‘iş’lerini iyi yapması gerekiyor. Devleti de harekete geçirmek onların, bizim vazifemiz...
Aileyi tahrip eden her türlü müstehcenliğe ve alkollü içki reklâmlarına ‘karşı kampanya’ açarak ilk adımı atabiliriz. Nerdesiniz ‘tüketici hakları’nı savunmak için kurulan dernekler, vakıflar, STK’lar?
21.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|