Başbakan Erdoğan, Anayasa Mahkemesinin partisini “kapatmama kararı”yla Türkiye’nin ciddî bir bâdire atlatarak “demokrasi ayıbı”ndan kurtulduğunu ve belirsizliğin bittiğini söylemişti.
Erdoğan bu sözleri, kamuoyunda bundan böyle en azından başta “yeni anayasa” olmak üzere AB kriterleri çerçevesinde demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesi olarak anlaşılmıştı.
Ne var ki önce AKP’nin yeni anayasa değişikliğini yerel seçimler sonrasına ertelediği haberleri çıktı. Peşinden demokratikleşme ve insan haklarına dönük özellikle siyasî partilerin kapatılmasını zorlaştıracak 40 maddelik “mini paket”ten bahsedildi.
Nihayetinde, 12 Eylül ihtilâli anayasasında küçük değişikliklerle iktifa edileceği sinyalleri verildi. Sonunda da daha çok çevre temizliği, malî sistem, ticaret kanunu, marka kanunu, radyasyona tedbir, trafik sigortası ve benzeri alanlarda gelecek beş yılı kapsayan AB mevzuatı ile uyumu düzenleyen yasaları ihtiva eden “ulusal program”a ağırlık verileceği resmen açıklandı.
Gerekçe, “kapatma dâvâsı” sonrasında kamuoyunda tartışma meydana getirebilecek çalışmalardan sakınması…
Belli ki her ne kadar kararın ardından Başbakan Erdoğan, “durmak yok, yola devam” dese de, iktidar partisi Mahkeme’nin “ciddî ihtarı”nı nazara alarak yeniden “odak olmak”tan çekiniyor; AB’ye uyum yerine siyaset ve demokrasi dışı mahfillerle “uyumu” yeğliyor.
AKP, “MAYINLI ARAZİ”DEN
GERİ DURUYOR…
Bundandır ki siyaset kulislerinde “neo AKP”den bahsediliyor; partinin “dönüştürülerek”, söylem, eylem, kadro ve vizyonuyla “uysal” ve “carî sistem”le uyumlu, mâlum mihrakların hassasiyetlerine daha da duyarlı hale getirileceği değerlendirmeleri ağırlık kazanıyor.
Hatta bu maksatla yapılacak kabine yenilenmesinde, “kapatma iddianâmesi”nde icraatları “laikliğe aykırı” görülen ve çokça ismi geçen bazı bakanların ilk etapta daha değiştirileceği konuşuluyor.
Ankara’daki tesbit şu ki AKP siyasî iktidarı, Mahkemenin ağır uyarılı “kapatmama kararı”ndan sonra, fazlasıyla ürkek ve tutuk. Normalleşmeyi, demokratikleşmeden, temel hak ve hürriyetlerden ve özellikle inanç ve mânevî değerlerde dair özgürlüklerden vazgeçmek olarak algılıyor. Bilhassa yasadışı başörtüsü yasağının anayasal değişiklikle kaldırılması yanlışının “laikliğe aykırılığın odak eylemi” olarak serrişte edilmesiyle, kendince “mayınlı arazi”den uzak duruyor.
Dahası, bu süreçte YÖK yasasının temelden düzeltilmesini, Kur’ân kurslarındaki yaş yasağını kaldırılmasını, kanunsuz başörtüsü yasağı dayatmasına tedbir alınmasınıı, meslek okullarının imam hatiplerin üniversite sınavlarında maruz kaldıkları katsayı haksızlığını gidermesini, iktidara karşı kurulmuş bir “tuzak” olarak görüyor.
28 Şubat sürecinde “irtica tehdidi”yle ortalığı ayağa kaldıran ve Refahyol hükümetini ıskat eden bir kısım medyanın telkin ve gürültüsüne geliyor, sözkonusu hak ve özgürlüklere dair demokratik düzenlemelerden, din eğitimi ve öğretiminden fellik fellik kaçıyor.
Siyasî uzlaşmayı, en son porno yayınlarını sınırlayan, uyuşturucu ve kötü madde bağımlılığına ve sanal kumara karşı mücadeleyi esas alan genel başkan yardımcısı bir milletvekilinin “yasa teklifi”nin Başbakan ve partinin yetkili organlarınca “partinin tüzük ve programına” aykırı bulunmasının ilânı, bunun ilk sinyali…
“MİNİ PAKET”LERLE YAMALI DEMOKRASİ…
Keza Amerikan Newsweek dergisinde Washington Enstitüsünün kıdemli uzmanı Soner Çağaptay imzasıyla yayınlanan makalede, Anayasa Mahkemesi kararının ardından AKP’nin, “laik siyaset” ile “çoğunlukçu eğilimlerini güçlendirmekle ‘Mahkeme kararına karşı meydan okuma” arasında bir tercihle karşı karşıya olduğunun bildirilmesi, iktidar partisinin ne tür bir propaganda ve “korkutmalar”la karşı karşıya olduğunu ele veriyor.
Gelinen noktada iktidar partisini kapatmayan odakların, partiyi bir anlamda “teslim” aldığı ve bundan böyle “izinli” ve “vesâyetli” iş göreceği, Başşehirdeki siyaset mühendislerinin siyasî ve sosyolojik analizlerinde ortaya çıkıyor.
Anlaşılan o ki AKP, yeni dönemde yüzde 47 oy aldığı milletin değer ve hassasiyetlerini öncelemek yerine, zaman zaman kapalı kapılar arkasındaki “pazarlıklar”a da atfedilen “mayınsız arazi”de kalmayı tercih ediyor.
Partinin Genel Başkan Vekilinin ifâdesiyle, “cici parti AKP” kapatılmadı, lâkin âdeta programına “el konuldu”. Daha önce “seçim beyannâmesi” ve “hükûmet programı”yla söz verdiği, meydanlarda millete karşı taahhütte bulunduğu “âcil eylem plânı”nda deklâre ettiği, demokratik reformları ve özgürlükleri hep erteliyor, öteliyor…
Siyasî iktidarın, büyük bir iddia ile ortaya attığı “yeni sivil anayasa” ve topyekûn demokratikleşme ve özgürlükler yerine, parça parça yamalı düzenlemelerle yetinmesi, köklü programlar yerine “mini paket”le geçiştirmesi bundan…
Peki millet bunun için mi iktidara getirdi?..
21.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|