“CENÂB-I HAK ve Mâbûd-u Bilhak, insanı şu kâinat içinde rububiyet-i mutlakasına ve umum âlemlere rububiyet-i âmmesine karşı en ehemmiyetli bir abd ve hitâbât-ı Sübhâniyesine en mütefekkir bir muhatap ve mazhariyet-i esmâsına en camî bir ayna ve onu İsm-i Âzamın tecellîsine ve her isimde bulunan İsm-i Âzamlık mertebesinin tecellîsine mazhar bir ahsen-i takvimde, en güzel bir mucize-i kudret..”1 olarak yaratmıştır.
Yukarıdaki uzun cümleye baktığımızda, insanın birçok özelliklerinden altı tanesinin belirtilmiş olduğu görülecektir.
Yani, insan; kâinatta Allah’ın mutlak ve bütün âlemlerle ilgili rububiyetine karşı gerekli ubudiyeti gösterebilen bir kul, Allah’ın hitaplarına muhatap olabilen en iyi tefekkürün sahibi; Allah’ın isimlerinin, en büyük isminin ve her bir isminin en zirve noktasındaki tecellîlerini üzerinde, işlerinde ve yaratılışında en güzel şekilde gösteren bir varlık, bir kudret mu’cizesidir.
İşte bütün bu özelliklere sahip olarak yaratılan insan, ancak, “..iman ile kendisinde tezahür eden san’at-ı İlahiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbaniye itibariyle bir kıymet alır” ve bu insan “.. kalb cüzdanındaki letâif ve akıl defterindeki havâs ve istidadındaki cihâzâtlar...”2 ile bu kıymetleri çok daha değerli durumlara çıkartabilir. “Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, duâ ile ubudiyettir.”
Yani, kalbine konan letâif, aklındaki-dimağındaki havas ve istidatlarını ortaya çıkarabilmek için onlarca cihâzât, bu kıymetlendirmede yardımcı olacaktır.
Yine, 23. Sözde, insanın, bu dünyaya vazifeli bir misafir ve bir memur olarak gönderildiği ve bu memuriyet vazifesini hakkıyla yerine getirebilmek için birçok kabiliyet ve beceri ile donatıldığı belirtilmektedir. Bu vazifelerden birincisi, yazımızın başında da belirttiğimiz, bütün kâinattaki muhteşem idare ve terbiyeyi (rububiyeti) fark edip, bunun mükemmelliğini ve güzelliklerini görüp hayretle bakmaktır.
İkincisi; Cenâb-ı Hakk’ın kudsî isimlerinin nakışlarını, varlıklardaki sanatlarını görüp, bütün insanlara anlatmak ve onların ibretli bakışlarına göstermek.
Üçüncüsü; Rabbimizin isimlerinin mânevî hazine hükmünde olan mânâlarını anlamak ve onları takdir ederek kıymetlendirmek (Marifetullah’a ulaşmak).
Dördüncüsü; Cenâb-ı Hakk’ın kader kalemiyle yazdığı varlık defterlerinden dünya ve gökyüzündeki muhteşem varlıkların Allah’ın varlık ve birliğini göstermelerini tefekkür etmek.
Ve beşinci olarak da; varlıklardaki zînetleri, ince ve mükemmel san’atları, güzellikleri temâşâ etmek ve o güzelliklerin, mükemmelliklerin ve sanatların asıl sahibi olan Allah’ın marifetini anlamak ve O’na ulaşmaya çalışmaktır.
Onun için de, “İnsan bir yolcudur. O yolculuk ise; âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen ebed-ül âbâd tarafına bir yolculuktur.”
İşte insanın bu yolculukta uğradığı duraklardan biri olan, “..şu mahdut arz, .... en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvâlarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıt konulmadığı için, nihayetsiz terakkî ve nihayetsiz tedennîye mazhar olmuştur.”3
İnsan nefsi ve sûreti itibariyle bir hiç hükmündedir, fakat vazife ve vazifesini yaptığında alacağı mertebe noktasında, “...şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir lisan-ı nâtıkı, şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nâzırı, şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündedir.”4
“...İnsan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömür”5 ve “.. kalb cüzdanındaki letâif ve akıl defterindeki havas ve istidadındaki cihâzât”tır.6
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 83, On Birinci Hakikat.
2- A.g.e.
3- Sözler, s. 164, 15. Söz, 3. Basamak
4- A.g.e.
5- Lem’alar, s. 13
6- Sözler, s. 83, On Birinci Hakikat
21.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|