Sonraki ihtilâllere de zemin hazırlayan 27 Mayıs 1960 kanlı ihtilâlinin canlı şahitlerinin anlattıkları her zaman dikkat çekmiştir. Başta ‘İslâm kahramanı’ Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idam edildiği bu kanlı ihtilâlde, çok sayıda DP milletvekili de çeşitli hapis cezaları almıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar da ihtilâlle hapse atılanlar arasındaydı.
O dönemde yaşananların tam anlamıyla millete anlatılmadığı, hele hele gençlere hiç anlatılmadığı bir gerçek. Özel gayret göstermeyenler için Menderes, Zorlu ya da Polatkan başta olmak üzere mağdur olan DP’liler hakkında bilgi sahibi olanlara rastlamak zor.
İşte, Celal Bayar’ın torunu, akademisyen Emine Gürsoy Naskali’nin, dedesinin de yargılandığı Yassıada tutanaklarını sekiz yıllık bir çalışma sonucunda yayınlamış olması dikkat çekici. Naskali, 27 Mayıs’tan sonra 10 yaşındayken bir evde gözaltında tutulmuş: “Başımızda bir manga asker vardı. Eve giren yoğurtlar içinde mesaj olmasın diye karıştırılıyordu. Hiçbir devlet okulu beni almak istemedi. Girdiğim sınavlarda kasıtlı olarak İnönü savaşları soruluyordu” diyor. (Taraf, 13 Temmuz 2008)
27 Mayıs’ın diğer şahitleri gibi, Emine Gürsoy Naskali’nin anlattıkları da ‘tanıdık.’ İçinde her türlü haksızlığı barındıran bu hatıraları, en başta gençlerin bilmesi gerekiyor. Yakın tarihi bilip ibret almadan, geleceğe umutla bakabilir miyiz?
Celal Bayar’ın torunu, akademisyen Emine Gürsoy Naskali’nin anlattıklarını ibret için özetlemeye çalışalım:
“Çocukluğum Çankaya Köşkü’nde geçti, on yıl. 27 Mayıs Darbesi olduğunda Çankaya’daydım. Gece tank sesleriyle uyandım. (...) Çok kısa bir süre sonra Çankaya’dan ayrıldık. Ben, kız kardeşlerim, anneannem, annem, teyzemi İzmir Çeşme’ye götürdüler ve ev hapsine alındık. Büyükbabam önce Ankara’da Harp Okulu’ndaydı, sonra Yassıada’daydı. Başımızda bir manga asker vardı. Onlara bir liste verirdik, alış verişe onlar çıkardı. Biz kimseye gidemezdik, kimse de bize gelemezdi. Hatta önümüz denizdi, önümüzden balıkçıların da geçmesi yasaklanmıştı. İçeri gelen her şey kontrol ediliyordu. Ben 10, ortanca kardeşim dokuz, küçük kardeşim üç yaşındaydı. (...) Mektuplarımızı açık verir, açık alırdık. Önemli olaylarda gazeteleri bize vermezlerdi. Anlardık ki fevkalâde bir durum var. Bu hâl Eylül, Ekim’e kadar sürdü.”
Savunma hakkının çok önemli olduğunu ifade etmeye gerek yok. İhtilâlciler ise en başta buna engel olmuş. İşte ‘şahit’in anlattıkları: “Avukat bulmaya çalıştı anneannem. Avukat konusunda da sıkıntı yaşadık. İstanbul Barosu’na bağlı bulunan avukatların Yassıada’da bulunanların dâvâlarını alması yasaklanmıştı. Talip olan avukatların bir kısmı bence darbecilerin isteği doğrultusunda çalışan kimselerdi veya çok genç avukatlardı. Meselâ Hüsamettin Cindoruk 27 yaşındaydı. Zaten kararlar en başından verilmişti. Savunma yapılmış, yapılmamış önemi yoktu. İdamların olacağı belliydi. İmralı Cezaevi’nin müdürünü dinlemiştim. Dâvâlar sürerken ona darağaçlarını hazırlamasına yönelik talimat geliyor. 80-90 darağacı ve sanduka yapması isteniyor. Cezaevi müdürü ‘Mühimmat depolanacak’ diyerek sandukaları, ‘Futbol sahası kurulacak’ diyerek darağaçlarını hazırlıyor. Yassıada’dan adalet diye söz etmek mümkün değil. Hukukun, insan haklarının ihlâl edilmiş olduğu yüz karası bir senaryo. Bu darbeyi yapanlar Türkiye’ye nelere mal olduğunun farkında olmayan insanlar.”
Not: Berat Gecesinin, cümlemizin beratına vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.
16.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|