Bosna savaşı esnasında masum insanları katleden ve büyük bir insanlık dramına imza atan ‘savaş suçluları’ geç de olsa cezalarını çekmeye başladı. Bosna’da soykırım yaptığı iddiâsıyla yakalanan Karadziç, 11 ayrı suçtan yargılanmak üzere Hollanda’nın Lahey şehrine götürülüp, Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne çıkarıldı.
Karadziç, duruşmada, “Richard Holbrooke (dönemin Bosna-Hersek ile müzakerelerden sorumlu Amerikalı diplomat), ortadan kaybolmam şartıyla benim Lahey’e teslim edilmeyeceğime söz verdi” demiş. (1 Ağustos 2008) Karadziç’in mahkemeye çıkarılmış olmasına sevinen mağdur aileleri ise ‘sıradaki’ suçluların da yakalanmasını bekliyor. Nitekim, 8 bin Müslümanın öldürüldüğü Srebrenitsa’dan “Srebrenitsa Anneleri” adlı grubun avukatı Marco Gerritsen, mensuplarının karışık duygular içinde olduğunu belirterek, “Adaletin tecellî etmeye başlamasına seviniyoruz ama aynı zamanda Ratko Mladiç gibi katillerin hâlâ yakalanmamasına üzülüyoruz” diye konuşmuş.
Karadziç’in ‘benimle anlaşma yapılmıştı, yakalanmayacaktım’ anlamındaki beyanını duyup da “Yok, hiçbir ‘güçlü’ ülke böyle bir anlaşma yapmaz. Karadziç kafaları karıştırıyor” diyen olur mu? Muhtemelen olmaz, çünkü Karadziç’in bu güne kadar yakalanmaması normal hadiselerle açıklanamazdı, açıklanamıyordu. Nitekim daha önce bir gazeteci, Karadziç’i bir lokantada görmüş, ilgililere haber vermiş ve karşılığında “Canını seviyorsan onu unut” anlamına gelecek cevap almıştı.
Tabiî ki yanlışlar uzun süre devam etmiyor ve alınan ‘ah’ların bedeli bir şekilde ödeniyor. Karadziç’in yakalanmasında bilhassa Avrupa Birliği’nin ısrarının etkili olduğu söyleniyor. Çünkü Sırbistan AB’ye üye olmak istiyor ve üyelik şartlarından biri de bu konuydu. Uluslar arası camiada devam eden ‘kavga’da herhalde belli bir anlaşma oldu ki neticede Karadziç yakalandı ve yargılanmaya başladı.
Bu hadise, uluslar arası kuvvetlerin bu kuvvetlerini ‘iyi’ yönde kullanmalarına güzel bir örnek. Zaman zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi, maddî anlamda güçlü olan ülkeler, bu güçlerini ‘iyilik’ yönünde kullanmış olsalar bütün dünya huzur ve sükûna kavuşabilir. Aynı şekilde zengin ülkeler de, zenginliklerini ‘fakir’ ülkelerle paylaşmış olsa dünyada açlık sebebiyle ölen insan kalmaz.
Geriye dönüp baktığımızda Osmanlı cihan devletinin böyle yaptığını görürüz. Gücünü, kuvvetini, adaletini bütün dünyanın hizmetine sunmuş. Bu sebeple, geçmişte Osmanlı devleti ile temas eden ülkeler bugün aynı adaletli uygulamaları arıyor.
Bugün itibarıyla ‘dünyanın süper gücü’ olmakla övünen Amerika’nın temel yanlışı da burada. Elindeki gücü, kuvveti, maddî imkânı; insanlık için değil de kendi şahsî menfaatleri için kullanıyor. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışıyla, çoğunlukla Karadziç gibi ‘diktatör’leri destekliyor. Aksini yaptığı gün, dünyadaki kavgalar, savaşlar, anlaşmazlıklar büyük ölçüde sona erer. İnsanlık o noktaya doğru gidiyor...
02.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|