Beklenen gün geldi ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Cuma günü Ergenekon dâvâsı ile ilgili iddianameyi kabul ettiğini açıkladı. Böylece uzun süre gündemi meşgul eden operasyon ve tutuklamalarda yeni bir merhaleye girilmiş oldu. Bugüne kadar yapılan tutuklamalara itiraz edenler, iddianamenin geç kaldığını ileri sürüyorlardı. Hatta, iddianamenin hazırlanamayacağını, tutuklamaların da kanunsuz olduğunu iddia ediliyordu. Nihayet, çok uzun bir iddianame ve yüzlerce klâsörden oluşan ‘delil dosyaları’ mahkemece işleme konulmuş oldu.
Başlangıçta operasyon ve tutuklamaları ciddiye almamakta direnen bazı ‘büyük gazete’ler, son yayınlarına bakılırsa ‘ikna olmuş’ gibi görünüyorlar. Bazı köşe yazılarında itiraz sesleri yükselse de, Cumartesi günkü gazetelerin neredeyse yarısı ‘Engenekon iddianamesi’ne ayrılmıştı.
Elbette, ortaya konulan iddianameyi ciddiye almamakta direnenler de var. Onlar da iddianamenin kendilerince ‘en zayıf’ noktasını keşfetmeye çalışıyorlar. “Av tüfeğiyle darbe olur mu” türü manşetler bu yaklaşımlara örnek kabul edilebilir. (Cumhuriyet, 26 Temmuz 2008)
Dâvânın ilk duruşması 20 Ekim’de Silivri’de başlayacak. Hem konusu hem de tutukluların özelliği sebebiyle bu mahkeme bir anlamda ‘özel’ sayılabilir. Dâvâ uzamasın diye mahkemenin başka hiçbir konuya bakmayacağının açıklanması da bu ‘özel’liğinden kaynaklanıyor olabilir.
“Gazeteler iddianameye neredeyse sayfalarının yarısını ayırdılar” dedik, ama bu bile iddiaları özetlemeye yetmiyor. Bu bakımdan, önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı yorumlar ve değerlendirmeler yapılabilir. Neticenin nasıl tecelli edeceğini bugünden bilmek mümkün değil, ama sanıklara isnad edilen suçlamaların çok ağır ve tüyler ürpertici olduğu ortada. Öyle iddia ve isnatlar var ki, halk tabiriyle ‘kavgada dahi söylenmez.’
Sanıklar savunmalarını yapacak, kararı da mahkeme verecek. Yalnız, iddianamede sıralanan bazı hadiseler hakkında zaten millet ekseriyetinin başlangıcından beri şüpheleri vardı. Meselâ, bazı ‘aydın’ların öldürülmesi, Gazi Mahallesindeki kargaşa, bir gazetenin bombalanması, bir hukukçunun katledilmesi vs. Bu hadiseler sonrası yapılan ‘resmî’ açıklamalar milletçe şüpheyle karşılanmıştı. Çünkü ayrıntılı bir araştırma ve inceleme yapılmadan suç, ‘irticaî örgütler’e havale edilmişti. İddianamede, ‘irticaî örgüt’ diye bilinen yapılanmaların da ‘sanık’larla irtibatlı oldukları ifade ediliyor.
Yine, Sabancı suikastıyla ilgili olarak yapılan tesbit de dikkat çekici. Zaten Türkiye, Sabancı suikastını ve sonrasındaki gelişmeleri, resmî açıklamaları bir türlü anlayamamıştı. ‘Katil’in nasıl olup da özel korunan bir mekâna girebildiği, ‘suçlanan’ların nasıl olup da yurt dışına kaçabildiği, yakalanan ‘suçlu’nun nasıl olup da yattığı cezaevinde öldürüldüğü hep karanlıkta kalan noktalardı.
Umalım ve dileyelim ki, adalet yerini bulsun. Türkiye; hak, hukuk ve medeniyet yolunda ilerlesin. Yapanın yanına kâr kalmasın.
28.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|